Arthur Didier Deren tarafından Amerikalı freelance gazeteci Shawn Carrie ile yapılan ve diken.com.tr'de yayınlanan röportaj Türk medyasının durumu ele alınıyor.
İşte o röportaj:
Yabancı basında sıklıkla Türkiye’deki gazeteciliğin umutsuz bir durumda olduğu belirtiliyor ve genelde analizler çarpıcı başlıklardan ve kaç gazetecinin tutuklandığının vurgulanmasından ibaret oluyor. Eğer Türkiye’deki gazeteciliğin eleştirilmesi gerekiyorsa, uzaktan ahkam kesmek durumun tam anlaşılmasına yardımcı olmaz. Peki sahada çalışan yabancı gazeteciler bu konuda ne düşünüyor?
Dünyanın farklı yerlerinden büyük basın kuruluşları için veya serbest şekilde çalışan yabancı gazetecilerle Türkiye’deki deneyimlerini ve Türk medyası hakkındaki fikirlerini konuştuk.
Söyleşi dizimiz Amerikalı freelance gazeteci Shawn Carrie ile devam ediyor. Üç yıldır İstanbul merkezli çalışan Carrie, The Guardian, The Intercept ve Newsweek gibi yabancı yayınlar için yazıyor.
Türkiye merkezli çalışmaya başladığınızdan beri genel olarak hangi konular hakkında yazıyorsunuz?
Genelde insan hakları, savaş ve çatışma, siyaset gibi konularda yazıyorum, bazen de kültür yazıları yazıyorum. Çok büyük bir olay olmadıkça, rutin haber yapmıyorum. Örneğin Kaşıkçı olayı yaşandığında aslında bu konuda yazmamaya karar vermiştim, fakat sonradan bu konuda yazmam istendi. Ama ben genel olarak araştırmalara ve uzun vadeli hikayelere odaklanıyorum.
‘Türk gazetecilerin yapamadığı bazı şeyleri yapabiliyorsunuz’
Türkiye’de yazmanın zor olduğunu düşünüyor musunuz?
Bu konuya ilişkin iki ana sorun var. Birincisi politik sorun, onu bir kenara koyalım. Öteki sorun ise yabancı bir muhabir için normal sayılabilecek sorunlar, dil bariyeri, farklı bir kültür olması, insanları tanımıyor olmanız, siyasi sisteme yabancı olmanız, hukuğun nasıl işlediğini bilmemeniz, yabancı bir dil konuşulan yabancı bir ülkede olmanız gibi sorunlar. Ben hep ilk zorluğun bunlar olduğunu düşündüm. Öte yandan hepimizin bildiği siyasi zorluklar var. Yabancı gazeteci olmanın özel bir avantaj ve bir tür koruma sağladığını düşündüm hep. Yerel gazetecilerin yapamadığı bazı şeyleri yapabiliyorsun. Siyasi durum artık bizi ve meslektaşlarımızı da etkilemeye başladı. Bu tamamen ayrı bir konu. Fakat yabancı gazeteci olarak bir tür korumanız oluyor.
‘Tartışmalı haberleri satması tabii ki her zaman daha kolay’
Bir hükümet yetkilisini arayabilir, mail atabilirsiniz ve aslında sizinle konuşmak da istiyor yetkililer çünkü onlara platform veriyoruz. Şunu da diyebiliriz aslında çünkü: “Bakın, sizinle görüşmek zorunda değilim. Gider bir aktivistle konuşurum. Ama ben işimi düzgün ve titizlikle yapmaya çalışıyorum, sadece aktivist ya da muhalif bir kişiyle konuşarak işin kolayına kaçmıyorum.” Burada dramatik ve seksi bir hikaye yazmak gerçekten kolay. Hükümeti eleştirmek ve sadece muhalif insanlarla konuşmak çok kolay. Tabii ki bu haberlerin de yazılması gerekiyor. Ama şahsi kanaatim, yabancı gazeteciler olarak çok özel bir görevimiz var. Bizim işimiz haberleri ve gerçeği yazmak, gerektiği yerde de eleştirmek. Ama işimiz illa da eleştirmek değil. Yabancı gazeteci olarak bizim görevimiz bu toplumu kendi ülkemizdeki okuyucalara tercüme edebilmek. Ben biraz idealistim ve realite her zaman ideallerle örtüşmüyor. Çünkü editörler sizden dramatik ve tartışmalı – çok satacak – hikayeler istiyor. “Bakın Erdoğan ne demiş” minvalinde hikayeler buna örnek.
‘Benim kültürüm ya da ülkem değil; yani buradaki toplumsal kutuplaşmada taraf tutmak benim işim değil’
Söyleşi yaptığım gazeteciler arasında hükümetin yabancı gazetecilerle konuşmak istediğini ilk defa siz iddia ettiniz. Hükümetle deneyimlerinizden bahsedebilir misiniz?
Ben kendimi ana akım medya ve ana akım bir gazeteci olarak görüyorum. Merkezciyim. Bu benim kültürüm ya da ülkem değil. Dolayısıyla buradaki sosyal kutuplaşmada taraf utmak benim işim değil. Benim işim dünyaya olanları anlatmak. Tabii ki gazetecilerin saf ve tamamen tarafsız olabileceği illüzyonuna inanmıyorum. Benim de kendi fikirlerim var. Ama Amerikalı insanlar Türklerle konuşmuyor, yani tek okudukları da manşetler olunca durum karanlık görünüyor. Benim işim sadece bilgi vermek değil Türkiye hakkında bir içgörü sağlamak. Amerika’da da kutuplaşma var. Britanya’da da, Fransa’da da ve Avrupa’da da kutuplaşma var. İnsanlar bir şey okuduğunda onların “Hepimiz aslında benzer sorunlarla mücadele ediyoruz” diye düşünmesini istiyorum. İnsanların okuması için çaba sarfetmiyorsunuz sadece. Editörlerin ikna olup insanların okumasına izin vermesi, kabul edip yayınlamaya karar vermesi de bir mücadele gerektiriyor. Şefinizi ikna etmeniz gerekiyor, onun da başka şefleri ikna etmesi gerekiyor. Ama yazmak için kararlı olmanız gerekiyor.
‘Bizim işimiz siyasi değil kamu yararına yapılan bir iş’
Türk hükümetiyle ilgili sorun şu: Medyanın nasıl çalıştığını anlamıyorlar ve yabancı gazetecilere güvenmiyorlar. Bence bu insanları konuşmak istemedikleri ve konuşmayı reddettikleri kişilerle bir diyalog içine sokmalıyız. Bu bizimle başlayacaktır. Çok şüpheciler, çok korkuyorlar. Muhtemelen yanlış bir şey söyleyip işlerini kaybetmekten korkuyorlar. Bazen bir söyleşi sözü alıyorsunuz, “Bana bir iki gün ver ki bilgi alabileyim” cevabıyla karşılaşıyorsunuz. Aslında bilgi değil, ‘senaryoya’ bağlı kalacak yanıtlar için onay almaları gerekiyor. Sana önceden yazılmış cevaplar veriyorlar, bunlar kendi görüşleri olmuyor. Yani aslında sizin biraz zorlamanız ve onları bir diyalog içine sokmanız gerekiyor. Bir olay olduğunda siyasi çıkarlarına uymuyorsa bu konuyu görmezden geleceklerdir. Ama bizim işimiz siyasi bir iş değil, kamu yararına yapılan bir iş. Kamuyu bilgilendirme hizmeti.
Kiminle söyleşi yaparsanız yapın, en basit söyleşilerde bile kişinin güvenini kazanmanız gerekir. Bunu bir teknoloji girişimcisinin yeni uygulaması hakkında iyi bir PR yapmak istemesi gibi düşünün. Hükümette de aynı. Onlara rahat olabilecekleri, sizin niyetinizi anlayabilecekleri şekilde sizinle konuşmaya istekli olacakları şekilde yaklaşmalısınız. Aynı zamanda da konuşurken ihtiyacınız olan bilgileri alarak dengelemelisiniz. Yani rahatsız olacakları bir şey soruyorsanız öncesinde tatlı dilli olmanız gerekiyor. Tabii aynı şekilde onlar da cevap vermekle yükümlüler çünkü kamu nezdinde hesap verebilir olmaları gerekiyor. Eğer Türk gazetecilere konuşmuyorlarsa bazen yabancılar olarak ayrıcalığımızı kullanmamız gerekebiliyor fakat insanlara yaklaşımınız çok hassas bir konudur ve dengeyi iyi korumanız gerekir.
Yani size göre Türk hükümeti herhangi başka bir ülkenin hükümetine göre özellikle daha kapalı değil, öyle mi?
Herkesin çıkarları var. Eğer belediye başkanlığı için yarışan biriyle söyleşi yapacaksanız, o kişi iyi bir medya dönüşü olsun ister. Fakat sosyal medyanın güçlenmesiyle birlikte artık bize ihtiyaçları olmadığını düşünmeye başladılar. Bu bir sorun. Türkiye’de birçok kez taleplerimizin reddedildiği doğru, yetkililer genelde bundan herhangi bir çıkarları olmadığını düşünüyor çünkü. Benim profesyonel kanaatim bu işin saygı çerçevesinde olması. Bizim de yapmamız gereken bir iş var, sizin de. Bu bir oyun. (Hükümet yetkililerinin) Bu tavırlarından kişisel olarak bir alınmıyorum.
Bence Türklerin yabancılara karşı bir güveni, saygısı var ve yabancı medyaya da bir şekilde kişisel ve kültürel anlamda saygı duyuyorlar. Gördüğünüz gibi hükümet yabancı gazetecilerle konuşmak istemiyor ve bizimle çok etkisiz bir şekilde ilgileniyorlar. Ama sanırım bunun farkındalar ve yavaş yavaş – çok yavaş da olsa- bazı adımlar atıyorlar. Örneğin iletişim merkezi CİMER’i kurdular. Artık İngilizce bilen sözcüler almaya başladılar, yani görüntüde bir çaba var. Diğer ülkelerle karşılaştıracak olursam en barizini söyleyeyim: Burada Avrupa ve Amerika’daki gibi gazetecilerle konuşmanın bir sorumluluk olması kültürün bir parçası değil. Avrupa ve Amerika’da eğer bir gazeteciyle konuşmayı reddederseniz, bu sizin için hayli utandırıcı bir durumdur. Burada böyle bir düşünce yapısı yok. Biri hakkında iddialar ortaya çıktığında yapılan yorum; “Yorum yok.” Bunun kendilerini kötü gösterdiğinin de farkındalar ama “Fransa veya Amerika’daki birilerine kötü görünebilirim ne olacak ki? Söyleyin bir dahakine bana oy vermesinler.” Demek istediğim umurlarında değil, bu durum onları etkilemiyor ve herhangi bir şekilde basına konuşmamaktan dolayı suçlu hissetmiyorlar. Kendi işlerini ve görev sürelerinin uzun ömürlü olmasını düşünüyorlar.
Gerçekten Türk hükümetinin medyanın nasıl çalıştığını anlamadığını mı düşünüyorsunuz?
Bence bizim medyamızın nasıl çalıştığını anlamıyorlar. Halkla ilişkilerde bile pek iyi değiller. Konuşmayı reddetmenin kötü gösterdiğini anlamıyorlar. Bunu Türk medyasında da görebiliyorsunuz. Meselelerle başa çıkma yolu onlar hakkında konuşmamak. Bu şekilde başa çıkılıyor burada. Bu kültürel bir mesele. Çok fazla tabu var. Kadına yönelik şiddet tabu, ‘Ermeni soykırımı’ tabu… Kültürel olarak mesele hakkında konuşmuyorlar, dolayısıyla medyada da konuşmuyorlar. Türk kültürü de böyle.
‘Bir gazeteci olarak hayli zıtlaşarak gittiğinizde kapılar da yüzünüze kapanır’
Irak ve Suriye gibi çalıştığınız diğer ülkelerde daha farklı mıydı?
Oralarda basınla ilişki daha farklı. Irak’ta eğer yabancıysan seni çok iyi karşılıyorlar. Röportaj yapmak istediğin bütün insanlar seninle çok ilgileniyor. Yani hükümette biriyle mi görüşmek istiyorsun, seninle baya iyi ilgileniyorlar. Sana görmeni istedikleri şeyi gösteriyorlar – zengin bir iş adamıysa veya yolsuz bir siyasetçiyse örneğin, bağış yaptıkları yetimhaneyi gösteriyorlar. Sizin rahatınızı düşünüp yemeklere çıkartıp “Evet ben çok iyiyim, böyle de hayırseverim” diyorlar. Yani sizi bu anlamda etkilemenin yollarını deniyorlar. Burada böyle şeyler çok da olmuyor. Ama yabancı basına karşı bu alınganlık ve şüphecilik siyasetten kaynaklanan bir şey. Çünkü tüm bunlar en tepedeki tek bir adamdan geliyor, “Yabancılar bize ekonomik savaş açtı” gibi açıklamalar yapılıyor. Yani iş sonunda insanların sizi nasıl gördüğüne geliyor. Bu da bizim baş etmemiz gereken bir ortam. Benim yaklaşımım tam tersi. Eğer tam da onların beklediği kişi olarak çıktığınızda karşılarına ve zıtlaşarak gittiğinizde kapılar da yüzünüze kapanır.
‘Bir yanıt almanız haftalar sürebiliyor ve yanıtlar senaryoya bağlı kalınması gereken yanıtlar oluyor’
Geldiğinizden beri bir değişim gözlemlediniz mi?
Ben eskisine göre hükümetle daha fazla iletişimdeyim. Bence şu anda hükümet eskisine göre daha dağınık, birçok değişiklik yapıldı ve kişiler oradan oraya o kadar değişti ki, artık kimin neyden sorumlu olduğunu bilmiyorsunuz. Yani bu yapısal değişiklikten mi kaynaklanıyor emin değilim ama genelde şöyle bir durum yaşıyoruz: “Bunun sorumlusu kim? ‘Şu kişi.’ Ama yok o kişi başka yere atanmış, şimdi artık bu kişi.” Çevre Bakanlığı’ndan biriyle görüşmek istiyorsunuz, 15 yıldır orada çalışan biri, ama yok gitmiş ve karşınızda sadece iki haftadır orada olan biri. Hükümet içinde çok fazla değişiklik oluyor, o yüzden kim neyden sorumlu anlamak zor olabiliyor.
Size yanıt vermek isteseler bile bu haftalar sürebiliyor. Dışardan görünen ise şu değil mi: Hükümet konsolide oluyor, daha opaklaşıyor ve şeffaflığını yitiriyor. Ben daha detaylı bakıyorum ve şöyle düşünüyorum. Bu kadar değişiklik arasında aslında onların da kafası en az bizim kadar karışık.
Örneğin şu anda bir savcıya ulaşmaya çalışıyorum, aralıkta mail atmıştım, ocakta hatırlattım, sonra tekrar mail attım, hatırlattım kendimi ve cevap geldi. ‘Tamam’ dediler. Sonraki hafta tekrar gün ayarlamak için arıyorum, yoğun olduğunu söylüyorlar. İnsanlar bana diyor, “Boşuna uğraşma yapamayacaksın o röportajı.” İşte böyle süreçler çok heves kırıcı. Ama sonunda ikna ettim, gittim iki saat oradaydım basın sorumlusuyla. Benimle konuştu, dost canlısıydı. Ama onlar asla cevap vermediler, ben yazmasam tekrar tekrar dönüş yapmazlardı. Ve iki hafta vakit kaybının ardından elimde yine bir röportaj yoktu.
Siyasetçiler bir kenara, genel olarak insanlar sizinle konuşmaya istekliler mi?
Ortama insanlar gazetecilere karşı çok güvensiz. Bu Suriye’de de aynı. Türkler ile konuştuğunda ve onlara gazeteci olduğunu söylediğinde akıllarına ne geliyor? Televizyon mu geliyor? Bir gazete mi geliyor? Bu gerçekten sinir bozucu olabiliyor çünkü insanlar onların fotoğraflarını çekip gazetelerin ilk sayfasına koyacağınızı, haklarında sansasyonel haberler yapacağınızı düşünüyor. Ve ben şunu demem gerektiğini hissediyorum: “Gazeteciyim evet ama korkmanıza gerek yok, düşündüğünüz gazetecilerden değilim.” Çünkü yerel medyanın yaptığı şey bu. Açın televizyonu akşam saat 7-8 gibi; rezil programlar, rezil haberler… Burada haberlere neler konu oluyor? ‘Bir adam kız arkadaşını dövdü’, ‘Bir adam kız arkadaşını öldürdü…’ Kocaman da bir fotoğraf koyuyorlar. Nasılsa sansasyonel ve biz buna ‘asparagas habercilik’ diyoruz. Sonuçta insanların aklında gazeteciliğe dair böyle bir imaj oluşuyor. Bir de üstüne yabancılar hakkında ne düşündükleri de ekleniyor. Haberleri izlediklerinde yabancı gazetecilerin onlara zarar vermek için burada olduklarını duyuyorlar. Yani bir sürü etiketle uğraşıyoruz. Yabancısın, gazetecisin. İnsanların bu ikisi hakkında da ciddi bir fikri var. Bu siyasetten ve haberlerde dinlediklerinden geliyor tabii. “Yabancı gazeteci şöyle böyle” diye duyuyorlar. Yani güvenlerini kazanmak zorundasınız. Bir kişiden bilgi almak için onu tuzağa düşüren sorular sormak etik değil. Ama ne kadar şikayet etsek de – gazeteciler bir araya gelip bira içerken terapi gibi tüm olup biten hakkında söyleniyoruz – ve sinir bozucu olduğunu düşünsek de bu da işimizin bir parçası.
Türk basını hakkındaki düşünceleriniz nedir?
Türk basınını dikkate alıyorum, manşetlere bakıyorum ve görüyorum hangi manşet ne anlama geliyor. Restorana gittiğimde de Türk televizyon kanallarını görüyorum. Geldiğim günden bu yana kesinlikle bir kötüleşme var. Ben buraya ilk geldiğimde devam eden bir savaş vardı. O zamanlar kutuplaşma doruktaydı. Şimdi daha sakin gibi. Ama kaç tane medya organının kapatıldığına veya farklı gruplar tarafından satın alındığına bakarsanız… Bu bozulmayı sayılarla da bariz bir şekilde görmek mümkün. Ama kültürel bir değişiklik var mı diye bakıyorum. En öfkeli ve kutuplaşma politikası izleyen medya kuruluşu devlete ait kurumlar değil, özel medya grupları. Bu hükümet yanlısı medya grupları artık devlet medyasından da yandaş. Çünkü vahşileşme özgürlükleri var. A Haber’i, Show Haber’i, Yeni Şafak’ı açın bakın. Ama büyük bir değişiklik daha oldu. Hürriyet muhalif bir gazeteydi ve şimdi görüntüsü aynı, çok akıllıca düşünüldü hiçbir şey değiştirmediler. Ama haberlere bakarsanız, önemli ölçüde değiştiğini görebiliyorsunuz. Medyada bir yoğunlaşma var ve birçok gazetede aynı manşeti görebiliyorsunuz.
Bağımsız Türk medya kuruluşlarını takip ediyor musunuz?
Takip ediyorum. Etikten şaşmadan gazetecilik yapabilenler de var, yapamayanlar da. Bazı bağımsız medya kuruluşları da taraflı olabiliyor. Evrensel’i ele alırsan mesela, gerçekten bağımsız mı? Siyasi bir partiye bağlı, küçük bir parti olsa dahi. Gazetecilik için mi haber yazıyorlar, yoksa siyasi sebepler için mi?
Son zamanlarda gelişen bağımsız internet kuruluşlarıyla mesela bu gazete arasında bir fark görüyor musunuz?
Ben eski usul bir gazeteciyim, çok uzun zaman önce kurulmuş bir gazete için yazıyorum. Yeni kuruluşların siyasi dayanağı yok. Diken siyasi partiyle bağı olmamasına ve bir muhalefet yayını olmamasına rağmen, bağımsız olduğunuzu belirtmeniz bile siyasi bir duruştur. Ayrıca insanlar eğilimini biliyor, kim olduklarını ve kim olmadıklarını biliyoruz. Bunlar ve daha aktivist olan yayınlar arasında bir ayrım çiziyorum, mesela Kürt aktivist yayınları. Gazete satmaktan ziyade siyasi amaçları var.
Diğer gazeteciler size bu bağımsız kuruluşlar hakkında ne söylediler?
Genel olarak önemli olduklarını, bu tarz girişimlerin gerekli olduğunu ve muazzam habercilik yaptıklarını lakin bazen haberlerin doğruluğunu teyit etmekte eksik olduklarını… Fakat çoğunlukla maddi olarak varlıklarını sürdürmekle meşguller… Bana sorarsanız bu bağımsız kuruluşlar abonelik sistemine geçmeliler. Bunu yapacak durumdalar. Gazeteyi bağımsız tutan budur.