Sadece kendi kuşağının değil, sinemamızın yetiştirdiği en iyi oyunculardan biri Nadir Sarıbacak.
Rolünün büyük ya da küçük olması fark etmeksizin hangi karaktere bürünse ‘bunu ondan başkası bu şekilde oynayamazdı' dedirtiyor. Gişe Memuru'na birkaç dakika misafir olmasına rağmen filmden sonra “Hacılara nasıl giderim?” diyaloğu dillere düştü. Yozgat Blues'daki radyocu Kamil karakteri akıllara kazındı. Çetin Sarıkartal'ın öğrencisi, Semaver Kumpanya'da pişen yeteneklerden Nadir Sarıbacak, Uzak İhtimal ile başlayan sinema yolculuğunda Altın Lale, Altın Koza ve şimdi de Altın Portakal ödüllerini aldı. Sarmaşık filmindeki Cenk karakteriyle Altın Portakal'a uzanan Sarıbacak ile canlı yayında sansürlenen ve şimdiden ödül tarihine geçen ‘Bizi kardeşlik ve muhabbet kurtaracak' konuşmasını, sinemayı, televizyonu ve tiyatroyu konuştuk.
‘Bizi kardeşlik ve muhabbet kurtaracak' dediniz, herkesi duygulandırdınız. Nerden çıktı bu konuşma? Bir hazırlığınız var mıydı?
Söylemek istediklerim kafamda az çok belliydi ama orada kendimi bıraktım. Şu anda memleket olarak muhabbete ihtiyacımız var. Bin parçaya bölündük, böldüler. Siviller öldürülüyor, askerler, polisler ölüyor. Bizi bir araya getiren birşeyler söylemek istedim. Benim gerçekten çok farklı arkadaşlarım var ben onları gerçekten aşk derecesinde seviyorum. Onları öyle oldukları için seviyorum, kendi konumlarında seviyorum. Bizi dertleşmenin, muhabbetin kurtaracağını söylemek istedim. Bunların ne kadarını söyleyebildim tam hatırlamıyorum.
Canlı yayında konuşmanızın sansürlenmesiyle ilgili ne söylersiniz? 'Sansürlük' ifadeleriniz mi vardı?
Kardeşlik ve muhabbet üzerine birkaç birsey soylemek istemiştim, söyledim de şükür. Fakat yayın gaIiba endişeIendi ve konuşmanın sonu kesiIdi. KeIimeIerden korkar haIe geIdik. Ama olsun, bence yapanIarın da canı sağolsun."
Sizi hep ‘mülayim' rollerde izlemiştik. Sarmaşık'taki Cenk karakteri filmografinizde çok farklı bir yerde duruyor. Bu rol, önümüzdeki süreçte size nasıl kapılar açar?
Bu sonucu düşünerek çalışmadım. Televizyon ya da sinema, her rolüme aynı hassasiyetle çalıştım. Tolga bunu teklif ettiğinde Cenk beni heyecanlandırdı, benim hep merak ettiğim, beni zorlayacak ve oynamak istediğim bir karakterdi.
Televizyon dizilerinde yer alan oyuncularda imaj kaygısı oluyor ister istemez; ‘seyirci nasıl bakar' diyebiliyorlar. Bu yönüyle sizi rahatsız eden bir şey oldu mu Cenk'te?
Hayır. Tam tersine, Cenk'te farklı bir role girmem şimdiye kadar üzerime yapışan bazı elbiseleri yırttı, algıyı da kırdı. Oyun alanımı genişletti.
Bu imajdan kurtulmak için de fırsat oldu öyleyse…
Evet. Ama sadece bu niyetle hareket edilemez. Senaryoyu okuyunca karnının içinde ‘Bunu gerçekten oynamak istiyorum' demen yeterli. İlla ki ‘Bu çok değişik bir karakter, bunu oynayayım' demedim. Karakterin beni zorlaması cezbetti.
Meydan okumak mı var işin içinde?
Hayır. Meydan okumak yanlış bence. Öyle iş yapamayız, film çekemeyiz. O zaman oyuncunun hırsı da görünür. O kötü bir şey. Sadece bu rolü merak etmen, seni heyecanlandırması önemli. Oyuncu zaten hevesinden oynar, bu hevesle de başlıyorsun işe.
‘KENDİ KUŞAĞIMDAN YÖNETMENLERLE DAHA RAHAT ÇALIŞIYORUM'
Tolga Karaçelik ile iki filmdir çalışıyorsunuz? Nasıl onunla çalışmak?
Aslında bizi iki değil, dört filmdir birlikte çalışıyoruz. Rapunzel diye bir kısa film çektik onunla. Benim son kısa filmimdi, ondan sonra kısa filmlerde oynamama kararı aldım. Bir de biz Gevende grubunun Çelik Çomak adlı müzik klibinde çalıştık. Sonra Gişe Memuru'nda misafir oyuncu olarak yer aldım ve şimdi Sarmaşık'ta çalıştık. Arkadaşlığımız daha eskidir.
Peki bu arkadaşlık filme nasıl yansıyor? Daha mı iyi anlaşıyorsunuz yoksa birbirinizi hırpalıyor musunuz?
Herkes kendini bilirse sorun çıkmıyor. Ben kendimi bildiğimi düşünüyorum ve onun alanına girmiyorum. Kendi kuşağımla çalışmak çok kolay, çünkü arkadaşlık artıya dönüyor, dertleşebiliyorsun, alternatif sunabiliyorsun. Hocalık makamı bazen yorabiliyor oyuncuyu. Çünkü hocalık makamında yani ustalarla çalışırken fazla uzatamıyorsun meseleyi. Ama Tolga'yla biz arkadaşız, dertleşiyoruz, geziyoruz, birbirimizle rahat konuşuyoruz, tartışıyoruz, kavga da ediyoruz yeri geldiğinde. Bunlar yaptığınız işi iyi bir yere götürüyor.
Filmde oyuncu kadrosunun bireysel ve karşılıklı performansları çok iyi. Birlikte ön çalışma süresi mi uzundu, gemide mi zaman geçirdiniz, nasıl hazırlandınız?
Birincisi, kast seçimi çok iyiydi. İkincisi senaryo çok iyiydi. Senaryo iyi olunca oyuncuları da oynatıyor. Bizim uyumumuzu sağlayan senaryonun iyi olmasıydı. 19-20 günde çektik, birlikte takıldık, o dokuyu anladık. Zaten dar alandayız, meselenin hızlanmasını sağladı. Bir de Tolga gemicilik diline çok vâkıf.
Nuri Bilge Ceylan, Reha Erdem gibi ustaların yanı sıra Mahmut Fazıl Coşkun ve Tolga Karaçelik gibi başarılı genç yönetmenlerle de çalıştınız. Sinemamızda oyuncu-yönetmen ilişkileri nasıl ilerliyor günümüzde?
Bunu değerlendirirken gişe filmleriyle yönetmen sinemasını ayırmamız gerek. Gişe filmlerinde daha profesyonel bir süreç var; sözleşme, kast, deneme çekimi, parası belli vs. Ama yönetmen sinemasında, yönetmen ya senarist ya da senaryoya çok hâkim, yapımcı ya kendisi ya da çok yakın arkadaşıdır; oyuncu da böyle işte. Ya çok iyi bildiği oyuncuyla çalışıyor ya da yeni tanışmışsa arkadaş olabileceği oyuncuları seçiyor. Bu şekilde olunca daha güzel bir ilişki oluyor; bir masterclass gibi.
Uzun yıllar Semaver Kumpanya'da oynadınız, hala da fırsat buldukça tiyatro yapıyorsunuz. Bundan sonra tiyatroda farklı işlerde görecek miyiz sizi?
Semaver Kumpanya güzel bir dönemdi. Ama sonra kendi hayatında başka dönemlere geçiyorsun. Ben anlatım üzerine kafa yormak istedim. Prodüksiyon tiyatrosu değil de biraz daha laboratuvar olarak görmek istedim. Çünkü acelem yok, sürekli oyun çıkarma isteğim de yok. Seyyar Sahne'de Celal Mordeniz'in Tehlikeli Oyunlar'ını izledim, onlar Tiyatro Medresesi'ni kurunca dâhil oldum. Sonra Yeraltından Notlar'ı oynadım, oynuyorum. Ama bundan sonra yeni bir oyun yapacağım zaman hem kendi öğrencilerimi hem yakın arkadaşlarımı dâhil etmek, yine Celal Mordeniz'le çalışmak istiyorum. Ki bu anlatı laboratuvarını devam ettirelim. İkna olmadığım bir tekstin içine dâhil olmak istemiyorum.
Sahneden bağımsız olarak, birkaç tiyatrocunun bir araya gelip kurduğu bağımsız tiyatrolar var. İlerisi için öyle bir düşünceniz var mı?
Şu an ihtiyaç duymuyorum ama gerekirse yapabiliriz. Seyyar Sahne var şu anda, onları çok seviyorum, onlarla devam edebilirim.
Televizyonda oynadığınız rollere bakınca, küçük roller olarak başlıyor sonra karakteriniz bir anda dizinin en önemli karakterlerinden birine dönüşüyor. Neden böyle? Senaryo mu baştan öyle yazılıyor yoksa sizdeki ışığı sonradan mı fark ediyor senaristler?
Kafam biraz geç açılıyor, ondandır. Gerçekten böyle. İlk birkaç bölüm karakteri anlamaya çalışıyorum, sonra açılıyorum. Aslında en başta da ne istediğimi biliyorum. Fakat ona ulaşana kadar biraz zaman geçiyor. Ama sinemada öyle değil. Zaten üç ay önce başlıyorsun çalışmaya, sete geldiğinde kafanda her şey hazır oluyor. Ama dizide işler hızlı ilerlediği için rolünü bulman bir ay sürüyor.
SUNDANCE'TEN DÖNDÜM, İNGİLİZCE DERSİNE BAŞLADIM
Kış Uykusu ve Sarmaşık ile Cannes ve Sundance'a gittiniz, dünya sinema sektörüne açıldınız diyebiliriz. Oralarda uluslararası bir etkileşim oldu mu, projeler, teklifler vs.?
Dil problemi olduğu için çok etkileşimde bulunamadım. Yani uluslararası bir adam değilim hâlâ. Uluslararası arkadaşlarım, uluslararası ilişkiler kurdular ama ben bir köşede yerel bir adam olarak izledim festivalleri. Ama her festival dönüşü, ‘Bu sefer dil meselesini halledeceğim' dedim. Bu yıl bir hocayla İngilizce çalışıyorum. Sadece yeni projeler, teklifler için değil; yeni insanlarla tanışmak, sinema konuşmak için. Avrupa sinemasını çok istiyorum, seviyorum. Onun için de hazır olmak istiyorum.
İlerisi için bir programlama var öyleyse dünya sineması için…
Evet, var. Festivallerde bir köşede yalnız kalmanın sonucu olarak böyle bir karar aldım. Ya festivallere gitmeyeceğim ya da İngilizceyi öğreneceğim. Sundance'te festivalden önemli bir kadın geldi ve “Sizinle oyunculuk, sinema konuşmak istiyorum” dedi. Ama tabii ki yanımdaki arkadaşa söylüyor, çünkü ben onu anlamıyorum. “Belki seneye de Sundance'e geleceksiniz. Lütfen konuşalım” dedi. Öyle bir söyledi ki, İstanbul'a dönünce hemen İngilizce derslerine başladım.