Mehmet Ali Şengül / Samanyoluhaber.com
Kaderini yüksek ve kutsî bir hizmete adayanlarla uğraşmayın.. Çünkü onlar, Hâkimler Hâkimi Allah huzurunda zerre kadar hayır ve şerrin hesabının sorulacağı mahkeme-i Kübrâ’ya, mâdele-i ulyâya inanmakta ve hayatlarını ona göre tanzim etmektedirler.
Onlar, adımlarını Allah ve Resulüllah’ın razı olacağı istikamet üzere atar, nefeslerini ona göre alıp verirler. Onların dünyanın hiçbir şeyinde gözleri yoktur. Kimsenin malında, canında, namusunda, makam ve şöhretlerinde gözleri olmadığı gibi, ölümle sona erecek dünyanın fâni, geçici metâına da tenezzül ve tevessül etmezler. Meşrû ve helâl dâirede hayatlarını sürdürmenin yanında, iktisat yaparak muhtaç olanlara da yardımda bulunmak en büyük idealleridir.
Bununla beraber, Hakk’a gönül veren bu kahramanların meşru hakları ellerinden alınmakta, şakîler gibi yollarına tuzaklar kurulmaktadır. Bu insanların Allah’ın rızasından başka, insanlığa hizmet etmenin dışında hiçbir dertleri ve talepleri yoktur. Mâsum yavrular, kadınlar ve diğer aile fertleri birbirine düşman haline getirilip, hayallerinde bile olmayan suçlamalarla dünyalarını zindana çevirmektedirler. Değişik bahanelerle hapishanelere atılıp hayvanlara bile yapılmaması gereken işkence ve eziyetlere mâruz bırakılmaktadırlar.
Hayâtını nefis ve nesillerinin dünya ve âhiret saâdetini kazanmalarına adayan bu insanların, yaptıkları ve yapacakları hayırlı hizmetlerine engel olunmaya çalışılmakta, yalancı dünya cennetleri adına korkunç tuzaklarla tehdit edilmektedirler.
Bütün bu yapılanları gören, duyan, büyük küçük isnat ve iftirâları, zulümleri kayıt altına alan ve bir gün bunların mutlaka mahkeme-i Kübrâ’da hesâbını soracak olan Rabb-ül âlemin (cc) vardır.
İnanan, inanmayan her insan biliyor ki, dünya fânîdir, kimse yerinde durdurulmamaktadır. Hani nerede Hz.Âdem’den (as) bugüne kadar dünyâya gelenler? Hani nerede dünyâlara sığmayan, şu anda sesi soluğu çıkmayıp toprağın altında yatanlar? Bir sineğe, bir karıncaya mağlup olan Firavun ve Nemrudlar..
Bir ülkede kul hakkına, mala, cana, nâmusa saldırı varsa, orada adâlet yoktur. Adâletin olmadığı yerde, merhamet ve şefkat, huzur ve güven de yoktur. Bunların olmadığı yerde zulüm vardır. Allah (cc) zâlimlerden, mazlumların hakkını bir gün mutlaka alacak ve mutlak adâlet gerçekleşecektir.
Milletimizi ve neslimizi, ‘İslâm’ın en büyük düşmanı olan’ cehâletten, kafaları ilimle aydınlatıp, îman ve ahlâkla gönülleri donatarak kurtarmaya çalışan, böylece ülkeyi milletin fedakarlığı ile açılan eğitim, sağlık ve yardım kurumlarıyla dünya kamuoyuna tanıtarak itibarını yükselten bu fedakâr insanlara, tarihte eşi menendi az olan korkunç bir zulüm yapılmaktadır.
Milyonları diyalog hizmetleriyle ülkeye taşıyarak hem hava trafiğini, hem de ekonomisini güçlendiren, hayatlarını Allah’ın rızasına kilitleyerek kendilerini milletine adayan, hem ülkemizde hem de dünya kamuoyunda barışa katkıda bulunma niyetiyle insanları birbiriyle tanıştırıp sevdirme gayreti içinde olan, gece gündüz koşturan bu kahraman insanlar kendilerine yapılanları hiç bir zaman hak etmemişlerdir.
Milleti ve evlatlarını şefkat ve merhametle bağrına basarak milyonlarca kadın erkek gençlerin topluma kazandırılmasına vesile olan, dünyada acından ölen binlerce insanın hayata tutunmalarını sağlayacak yardımlarıyla hizmet vermeye çalışan bu masum insanlara darbe ve terör isnadıyla suçlamak; hasta, yaşlı, kadın, çocuk, binlerce insanı hapse atıp işkencelere maruz bırakmak ve onların yakınlarını sokağa dökmek isteyenler, -İnşaallah- bu kötü niyetlerinde başarılı olamayacaklardır.
Nifak ve ihânet şebekeleri, ilk dönemler itibariyle demokrasiyi kullanarak, daha sonra da müslüman kimliğiyle, müslüman milletleri yanıltmışlardır. Bu isnat ve iftiralarını yavaş yavaş milletimiz ve dünya kamuoyu anlamaya başlamışlardır. Böylece her geçen gün itibarlarını kendi elleriyle sıfırlamaktadırlar.
Dünyanın bir çok yerinde karakter zaafı içinde olan bazı insanları kullanarak, bulundukları ülkelerde yıllardan beri eğitim hizmeti veren, bu yolla dünya barışını sağlamaya gayret eden bay- bayan fedakâr bu masum öğretmen ve idarecileri zor durumda bırakmakta ve o ülkelerde yaşama haklarına mâni olmaktadırlar.
Nice müslümanım diyen, Allah ve Resulullah’ın adını dilinden düşürmeyen, “Öyle (ehl-i nifak) insanlar vardır ki, ‘Allah’a ve ahiret gününe inandık’ derler; oysa iman etmemişlerdir” (2/8)
“Ne zaman onlara; ‘ülkede fesat çıkarmayın!’ denilse, ‘Biz sadece barışçıyız, ortalığı düzeltmekten başka işimiz yok!’ derler” (2/11)
“Gözünüzü açın, bunlar bozguncuların ta kendileridir, lâkin şuurları yok, farkında değiller” (2/12)
“Bunlar iman edenlerle karşılaştıkları vakit, ‘Biz de mü’miniz’ derler. Fakat şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında da: ‘Emin olun biz sizinle beraberiz, biz onlarla alay ediyoruz’ derler”(2/14)
(Münafıkların alay etmesine mukabil) “Allah da kendileriyle alay eder ve azgınlıklarında onlara mühlet verir; böylece onlar bir müddet başıboş dolaşırlar” (2/15)
Gerçek insan olmak için sağlam, şüphe götürmeyen îman gerekir. Kalbte îman yoksa veya zâfa uğramışsa, ahlâk ve vicdan da sükût etmişdir. O zaman isimler, kimlikler, yanıltıcı bir maske olmaktan ileri gidemez.
İslam dîni (zarûriyat-ı hamse’yi) bir toplum ve insanlık için beş temel esas olarak kabul etmiştir. Yânî; can, din, akıl, nesil ve malın korunması, onları ihlâl ve ifsât edecek zararları defetmek, dini ahkâmın temel gâyesidir. Aslında bütün semâvî dinler, zarûriyât-ı hamse denilen bu beş esası ve kişinin hürriyetini muhâfazayı hedefler.
Evet, korunması gereken değerlerin başında insanın nefsinin, canının muhâfazası gelir. Mâsum bir insanın öldürülmesi bütün insanlığın öldürülmesine, bir insanın ihyâsı da yine bütün insanlığın ihyâ edilmesine denk tutulmuştur.
6/151-(Habibim) “De ki: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını ben okuyup açıklayayım:
“O’na hiçbir şeyi ortak yapmayın, anneye babaya iyi davranın, fakirlik endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin, çünkü sizin de onların da rızkını veren Biz’iz. Kötülüklerin, fuhşiyatın açığına da gizlisine de yaklaşmayın! Allah’ın muhterem kıldığı cana haksız yere kıymayın!’ İşte aklınızı kullanırsınız diye Allah size bunları emrediyor.”
17/33- Haklı bir gerekçe olmaksızın Allah’ın muhterem kıldığı cana kıymayın. Bir kimse zulmen öldürülürse onun velîsine (mirasçısına) bir yetki vermişizdir; artık o da kısas hususunda aşırı davranmasın, meşrû hakla yetinsin. Zâten kendisine yetki verilmekle gerekli destek sağlanmıştır.
81/8-9-“Diri diri gömülen kız çocuğuna” ,“Hangi suçtan ötürü öldürüldüğü sorulduğu zaman...”
25/68- “Onlar, Allah’la beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar. Allah’ın muhterem kıldığı bir canı haksız yere öldürmezler. Zinâ etmezler. Kim de bunları yaparsa günahının cezâsını bulur.”
5/32- “İşte bundan dolayı İsrail oğullarına kitapta şunu bildirdik: ‘Kim kâtil olmayan ve yeryüzünde fesat çıkarmayan bir kişiyi öldürürse sanki, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir adamın hayâtını kurtarırsa sanki, bütün insanların hayâtını kurtarmış gibi olur. Resullerimiz onlara açık âyetler ve deliller getirmişlerdi. Ne var ki, onların çoğu bütün bunlardan sonra, hâlâ yeryüzünde fesat ve cinâyette aşırı gitmektedirler”
Mezkûr âyetlerde görüldüğü gibi, bir insanın suç işlediği delil ile sâbit olmadıkça o kimse mâsumdur. Suçlunun yerine bir başkası; onun âilesi, yakınları, dostları, tanıdığı, selâm verdiği kimseler kesinlikle cezâlandırılamaz.
6/164- “De ki: Allah her şeyin Rabbi iken ben O’ndan başka bir Rab mı ararım? Herkesin kazandığı, yalnız kendisine aittir. Hiçbir günahkâr, başkasının günahını yüklenmez. Sonunda hep dönüp Rabbinizin huzuruna varacaksınız. O da içinde bulunduğunuz ihtilâfın içyüzünü, işin gerçeğini size bildirecek”
17/15- “Kim doğru yolu seçerse, kendisi için seçmiş olur; kim de doğru yoldan saparsa, kendi aleyhinde sapmış olur. Hiçbir kimse başkasının günah yükünü taşımaz. Biz peygamber göndermediğimiz hiçbir halkı cezâlandırmayız.”
35/18- “Hiç kimse bir başkasının günahını yüklenmez. Eğer çok ağır bir yük altında ezilen biri, taşıma işinde başkasını yardıma çağırırsa, yükünden az bir kısmını bile taşımayı kabul etmez. İsterse yardıma çağırdığı onun yakın bir akrabası olsun! Sen ancak Rab’lerini görmedikleri halde O’nu tâzim eden ve namazlarını hakkıyla îfâ edenleri uyarırsın (yani senin uyarman, peşin hükümlü inatçılara değil, ancak böyle yapmaya yatkın olanlara fayda verir). Kim günahlarından temizlenir, arınırsa kendi lehine olarak arınır. Hepinizin dönüşü Allah’adır.”
Dinin korunması, Îman, İslâm ve İhsân’ın muhâfazası demektir. Bu değerlerin doğru anlatılması ve temsil edilmesinin yanında, müslümanın inanç ve akîdesini bozacak, ifsât edecek, tahrip edecek yorum ve davranışlardan korunması demektir ki, bu da müslüman kimlik ve şahsiyetinin muhâfazası mânâsına gelmektedir.
Malın muhâfazası, helâl yollarla nemâlandırılması, telef ve zâyî olmaktan korunması demektir. İslâm; hırsızlık, rüşvet, gasp gibi gayr-i meşru yollarla mal edinmeyi, ganimet malından aşırmayı, kamu malından gizlice bir şeyler almayı, devlet malında suistimalde bulunmayı haram kılmış, bir müslümanın başkasının malını batıl yollar ile yemesini de yasaklamıştır.
5/41- “Ey Peygamber! Kalpleri Îman etmediği halde ağızlarıyla “iman ettik” diyen münâfıklarla, Yahudilerden kâfirlikte yarışanlar seni üzmesin. Zîrâ onlar yalancılık etmek için dinlerler. Senin yanında olmayan bir grup hesâbına casusluk için dinlerler. Kelimeleri konuldukları yerlerden çıkarıp tahrif ederler. “Size şu fetvâ verilirse onu kabul edin, o verilmezse kabul etmekten geri durun” derler. Allah birini şaşırtmak isterse, sen onun lehinde Allah’a karşı hiçbir şey yapamazsın. Onlar öyle kimselerdir ki, Allah onların kalplerini arındırmak istememiştir. (Kendi irâdeleri ile fıtratlarına muhalefet etmelerinden dolayı) Onların hakkı dünyada rüsvaylık olduğu gibi, âhirette de müthiş bir cezâdır.”
5/42- “Yalan dinlemeye çok meraklı, haram yemeye pek düşkündürler. Sana gelirlerse ister aralarında hükmet, istersen hükmetmekten geri dur! Geri durursan onlar sana aslâ bir zarar veremezler. Şâyet hükmedersen, aralarında adâletle hükmet! Çünkü Allah âdilleri sever”
3/161- “Emânete hıyânet etmek, bir peygamberin yapacağı bir iş değildir. Her kim hıyânet edip de ganimetten veya kamuya ait hâsılattan bir şey aşırır, bunu da gizlerse, kıyâmet gününe o vebâlini aldığı şeyler, boynuna asılı olarak gelir. Sonra her kişiye kazandığı şeylerin mükâfat veya cezâsı eksiksiz ödenir. Ve onlar aslâ haksızlığa uğratılmazlar.”
2/188 – “Bir de, birbirinizin mallarını haksız yollarla yemeyin. Halkın mallarından bir kısmını, bile bile haksız yere yemek için, rüşvetlerle hâkimlere koşmayın.”
İnsan aklının, neslinin, ırz ve nâmusunun korunması da, olmazsa olmaz temel değerlerdir. Bu beş esasa hürriyet de ilâve edilmiştir. Zira hürriyet olmadan canın, dinin, aklın, neslin ve malın korunması mümkün değildir. Zikredilen bu değerlerin korunması ancak insanın hür olmasına bağlıdır.
Kainâtın kurulu düzeninde temel varlık insandır. A’dan Z’ye bütün varlıklar insan için yaratılmış, ona hizmet vermektedirler. Bu gerçek, bütün semâvî dinlerde ve fıtrata uygun bütün hukuk sistemlerinde yer almaktadır.
İnsan; vahye istinad ederek, Resulullah’ı (sav) örnek alarak fıtratına uygun bir hayat sürdürürse, yaratılış gayesine uygun hareket etmiş, kendinden bekleneni, kendine yakışanı yerine getirmiş ve böylece mes’uliyetten kurtulmuş olacaktır.
Gerçek mânâda hak ve hakikate gönül vermiş ehl-i îman hiçbir Allah kulunun cehenneme gitmesini arzu etmez ama, ne var ki birileri Kur’an ve îman hâdimi müslümanların dünyasını cehenneme çevirmek için çalışırlar. Halbuki, ameller niyetlere göredir. Allah (cc), kullarına niyetlerine göre muâmele edecektir.