CUMA KARAMAN
Türkiye’de yeni bir eğitim dönemine girdiğimiz şu günlerde eğitim konusundaki bazı düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Eğitim tarih boyunca olduğu gibi bugün ve bundan sonra da insanlığın en ana meselelerinden biri olarak önemini sürdürecektir. Hal böyleyken, ülkedeki eğitim kalitesinin dünyadaki yeri üzerine enine boyuna düşünüp neden geri kaldığımızı anlamaya çalışmak ve çare arayışlarına girmek yerine iktidardaki siyasetçiler halkı uyutmak için her türlü hokkabazlığa baş vurmayı tercih ediyor. Eğitimdeki tescilli başarısızlıklarını gizlemek için temelsiz başarı hikayeleri uyduruyorlar. Her öğrenciye bilgisayar veya tablet vaadiyle yola çıktıkları halde eğitimi battaniyeli sırt çantasına muhtaç hale getirdiler. Ne kadar da hazin ve acınası bir durum değil mi?
Ortadoğu, Asya ve Afrika ülkelerinde egemen olan derin yapılar ve bunlarla iş birliği yapan küresel güçler, çağın ruhuna ve ihtiyaçlarına uygun gerçek bir eğitim imkanının halkın çocuklarına sunulmasına fırsat tanımadılar ve tanımıyorlar. Eğitim alanındaki açığı gidermek için fedakârca gayret gösterenleri ise ne yapıp edip bertaraf ediyorlar. Halkın çocuklarının kaliteli eğitime ulaşmasına engel olanlar kendi çocuklarını ise milletten ve devletten çalarak oluşturdukları imkanlarla Batı’nın en gözde okullarında, üniversitelerinde okutuyorlar. Bir de üstüne asgari ücretle nasıl geçinebilecekleri hususunda ayet ve hadisler okuyarak kitlelere sabır ve şükür tavsiye ediyorlar. Hatta kendilerini adeta rızık veren yerine koyup telkinlerini tehditlere dönüştürüyorlar ve işi “biz olmazsak siz de olamazsınız” noktasına kadar vardırabiliyorlar.
Ne ilginçtir ki, halka “sabredin,” “halinize şükredin” talkını verenlerin semtlerine ve sofralarına tıpkı yokluk ve yoksunluklar gibi sabır ve şükür de uğramıyor. Müraice şovları için camilere bile özel jetlerle ve ardı arkası kesilmeyen lüks araç konvoylarıyla gidiyorlar. Camiye hakikaten namaz kılmak için gitseler yine iyi. Tam tersine, genelde pisliklerinin üzerini dini şovlarla örtmek ve sımsıkı sarıldıkları iktidarlarını bu sayede ellerinde tutmak için gidiyorlar. Çünkü biliyorlar ki, tıpkı Türkiye’deki gibi şeylerin özlerinden ziyade şekline değer atfeden toplumlarda müraice dini görüntüler vermek en iyi aldatma, reklam ve güç devşirme aracıdır.
Öte yandan insan “kendileri ciddi bir eğitime muhtaç olan eğitimsiz eğitimcilerin elinde yarım yamalak yetişen bir toplum bundan başka nasıl olabilir ki?” diye sormadan da edemiyor. Korkarım ki, eğitim sistemi dinsel, mezhepsel, siyasal ve ideolojik tabulardan, endoktrinasyon çabalarından arındırılmadığı müddetçe de çağın icaplarına göre bir nesil yetiştirmek mümkün olamayacaktır. Evrensel nitelikte bir eğitimin hedeflerine uygun olmayan mevcut eğitim anlayışının sonuçları tüm çıplaklığıyla bugün ortadayken, eğitimin gayesinin ne olduğu konusunda dahi zerre fikri olmayan öğretmenlerin elinde çocuklarımız ve gençlerimiz egemen sermaye gruplarına ve iktidar koltuğuna yapışmış yoz siyaset tüccarlarına sadık hizmetçiler olarak yetiştiriliyorlar.
İnsani açıdan gelişmiş toplumlarda mesleğinin hakkını veren gerçek eğitimciler, yoğrulacak hamur misali kendilerine teslim edilen çocuklara ve gençlere sosyo-politik çölleri yeşertmeyi, beşerî ve kültürel harabeleri imar etmeyi, kitlelerin kırılmış kalplerini, yaralanmış gönüllerini şefkat ve sevgiyle sarmalayıp tamiri öğretirken, bizdeki sözde eğitimci kalabalıklar belli bir dini ve siyasi hizbin ideolojisine hizmet etmek üzere sorgulamayan fanatik militanlar yetiştirmeyi maharet sayıyorlar. Oysa, özgür düşünen sağlam karakterli bireyler yetiştirmeye çabalamak yerine eleştirel akla savaş açmayı meziyet bilen bir eğitim sistemiyle alınacak yol(!) dünden belli. Eğitim sistemimiz çağdaş eğitimi önemseyen gerçek bir eğitim sistemi olsaydı şayet nesilleri sadece günümüzün değil geleceğin ihtiyaçlarına göre de hazırlamaya çalışırdı, onlara nereye yönelmeleri gerektiğini gösterirdi.
Şurası çok net: Yeryüzünün bu en önemli ve belki de en zor işi, beyinleri ideolojik saplantılarla körelmiş, kabiliyetleri türlü tabularla güdükleşmiş kifayetsizlerin eline bırakılamaz. “Millilik” ve “yerlilik” kompleksleriyle hızla değişen dünyanın gidişatından tamamen kopmuş eğitimci kılığındaki siyasal aparatçıkların yeni nesilleri taşıyacağı yer de bellidir. Elbette ki, milli ve yerli değerler görmezden gelinemez ve eğitimin bir parçası olmalıdır, ama evrensel değerlerin karşıtı değil, destekleyici birer unsuru olarak…
Talim ve terbiyenin yegâne gayesi çocukların ve gençlerin kabiliyetlerini geliştirmek ve ufuklarını genişletmek olmalıdır. Sistematik bir şekilde benliklerini köreltmek ve iradelerine ipotek koymak değil.
Egemen siyasi görüşün ön kabul ve beklentilerine göre hareket etmeden bir şeyler başarmanın ve bir yerlere gelmenin imkânsız olduğu ülkelerde gerçek bir eğitimin varlığından ve kazandırdıklarından da bahsedilemez. Çünkü, bu tür ülkelerde hayatlarının baharındaki gençler geleceklerini eğitim yoluyla kazanacakları kabiliyetlerin vaat ettiklerinde değil, siyasi/ideolojik gruplara angaje olmanın vaat ettiklerinde görürler. Böylece koşulsuz angaje oldukları bu grupların her eylem ve söylemini sorgulamadan savunmaya yönelirler. Bu durum, eğitimli insanların sömürülmelerinin ve köleleştirilmelerinin zorluğunun bilinciyle hareket eden söz konusu siyasi grupların da işine gelir. Bu çarkın çürütücü, yozlaştırıcı dişlilerine kendilerini kaptırmamayı başaran istisnalar ise çok ama çok azdır.