(...)
Bu sütunda yine birkaç defa yazdığımı hatırlıyorum. Türkiye’yi kantonlaştırma planlarında
PKK terörü bittiği, yani bu terör kendisine meşruiyet kazandırmak da manâsına gelecek şekilde hedefine ulaştığı zaman ülkemizde terör bitmiş olmayacak ve
DHKP-C terörüyle Alevîler ayrıştırılmaya çalışılacak. 12
Eylül döneminde bütün terör
örgütleri bitirilirken, iki örgüt bitiril(e)medi: PKK ve DHKP-C. Çünkü
“Kürt” ve
“Alevî meseleleri”, bu ülkenin onu bölünmeye, içten de sosyal zeminde parçalanmaya götürecek, haricî tesirlere de açık iki yumuşak karnıdır. Bu çizgide HDP’nin önümüzdeki seçimlere parti olarak girmesi iki plana işaret ediyor. Eğer HDP barajı aşarsa AKP ile
ittifak kurarak, yeni bir anayasayla
Güneydoğu’ya ilk planda özerklik tanınmaya çalışılır. Eğer HDP barajı aşamazsa, bu takdirde HDP’nin kazanacağı milletvekillerinin büyük çoğunluğu AKP’ye gideceğinden AKP yeniden tek başına iktidara gelir. İşte bu zeminde eğer yeni bir anayasayla da PKK-HDP’nin bütün istekleri yerine getirilemeyecek olursa bir
“serhildan” kapıda demektir.
İmralı müzakerelerinde -ki bu müzakerelerde Öcalan’ın sadece aktarıcı olup, planların dışarıya ait bulunduğunu
Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski başkanlarından İsmail Hakkı Tekin ifade etti- PKK’nın
silah bırakması gibi bir şartın olduğunu kesinlikle düşünmüyorum. Halk, böyle bir şart varmış gibi oyalanıyor. Bu müzakereler ve süreç,
Oslo mutabakatının adım adım ve millete kabul ettirile ettirile sahnelenmesinden ibarettir. Bu mutabakatta gerekirse Güneydoğu’ya BM gücü yerleştirme de var. Bu, şu demek: Eğer bir
“serhildan” olur, bir iç çatışma çıkar, asker de devreye girerse neticede BM gücü gelip Güney-doğu’ya yerleşecek ve
bölge için
halk oylamasına gidilecektir.
(...)