Ali Bulaç: Hem AK Parti'ye, hem toplumun geneline, özellikle muhalif çevrelere büyük sorumluluklar düşüyor

Ali Bulaç:  Hem AK Parti'ye, hem toplumun geneline, özellikle muhalif çevrelere büyük sorumluluklar düşüyor

Tahminlerin üstünde AK Parti 1 Kasım seçimlerinden galip çıktı. Ülkemiz adına hayırlara vesile olmasını dilerim.

Elimizde henüz “demokratik prosedürden başka yönetim belirleme modeli” olmadığına göre, AK Parti'ye taraftar veya muhalif herkesin sandıktan çıkan sonuca saygılı olması gerekir.

8 Haziran'da AK Parti'nin neden tek başına iktidar olamadığına ilişkin 10 madde sıralamış, yazıyı şöyle bitirmiştim: “Yine de AK Parti en büyük parti. 7 Haziran halkın ona gösterdiği sarı karttır. Tepeden tırnağa kendini sorgulamazsa, bir sonraki seçimde kırmızı kart görecek. Umarım AK Partililer gerekli dersleri çıkarır, Türkiye de bir kaosa sürüklenmekten kurtulur.”

Türkiye'nin bir kaosla yüz yüze geldiği gerçek. Mevcut durumda iç barış ciddi manada zedelenmiş durumda, Kürt sorunu bir kere daha terör ve çatışma sarmalına girdi. Dahası bölgesel gelişmeler yepyeni bir veçhe kazanmış durumda. ABD ve Rusya'nın aralarında anlaşıp Türkiye'ye ve bölgeye yeni bir düzen empoze edeceklerini akıldan çıkarmamalıyız. Fakat öncelikle bizim iç bünyemizi selamete erdirmemiz gerekir. Şöyle ki:

7 Haziran'a göre AK Parti'ye 8 puan kazandıran ana saikin “güvenlik” olduğunda kuşku yok. Güvenlik kaygısı varoluşsaldır; hukukun da, özgürlüklerin de önüne geçer. PKK'nın vicdanları infiale sürükleyen terörü sanki amaçlı olarak HDP'yi barajın altına itme gibi bir hedefe yönelmiş intibaını uyandırdı. Hiç kimse demokratik yollarla 80 milletvekili çıkarmış bir partiyle aynı davayı savunan bir örgütün neden bir anda silaha sarılıp masum insanların hayatına kastettiğini anlayamadı. Terör güvenliği her şeyin önüne geçirdi. Üstüne üstlük IŞİD'in kartvizitiyle yapılan Suruç ve Ankara Gar'ı katliamları korkuyu biraz daha kabarttı. Elbette Irak ve Suriye'de sürmekte olan iç savaş, bu savaşlarda yüzbinlerce insanın hayatını kaybetmesi, milyonların mülteci durumuna düşmesi ve iki ülkenin fiilen parçalanması güvenlik kaygılarını kat kat artırdı. Kişisel olarak ben de ülkenin ciddi iç ve dış güvenlik sorunları yaşayabileceğine inananlardanım, bu çerçevede seçmenin niçin AK Parti'ye oy verdiğini anlayabiliyorum.

Şu veya bu faktör rol oynamış olsun, halkın yarısı AK Parti'ye ülkeyi bir dört sene daha yönetme yetkisini verdi. Bu aşamadan sonra hem partiye, hem toplumun geneline, özellikle muhalif çevrelere büyük görevler ve sorumluluklar düşüyor. AK Parti'nin dördüncü iktidar dönemine başlarken verili durumu etraflıca değerlendirmesi gerekir. Bu aşamada ekonomi ikinci derecede önemli bir sorun, üç temel sorun var ki ülkenin canını yakıyor, daha da yakabilir:

a) Terör ve çatışma sarmalına girmiş bulunan Kürt sorununun makul bir zeminde yeniden ele alınmaktan uzaklaşmış olması.

b) Toplumun ayrıştırılması ve bu yolla şeytanlaştırılan kutbun hukuk dışı yollarla adeta hayat damarlarının acımasızca kesilmek istenmesi. İnanılması güç bir nefret ve düşmanlık dili hakim, toplumdaki bölünme ailelere sirayet etmiş durumda; tarihten ve yaşadığımız acı tecrübeden anlıyoruz ki, belli bir sosyolojiye dayalı dini, mezhebi, etnik veya siyasi görüş mensuplarını tümüyle ortadan kaldırmak veya hayat alanlarını yok edecek derecede tahakküm altında tutmaya çalışmak büyük zulümlere sebep oluyor. Yönetimin hukuk dışına çıkması tuzlu su içmek gibidir, içtikçe daha çok susar, sonunda mecali kalmaz. İç barışı, dışarıya karşı mukavemeti sağlamanın tek yolu devletin Hukuk'a avdet etmesidir. Üstelik bu gerilim kardeşler arasında sürmektedir; din bu toplumun çimentosudur, iş göremez hale gelirse, ülke dış müdahale ve manipülasyonlara açık hale gelir.

c) Ortadoğu'nun bizim ve bölge halkının iradesine ve çıkarına aykırı olmak üzere iki süper güç tarafından şekillendirilmek istenmesi.

Haddi aşan intikamcı ve cezalandırıcı yargı derin yaralar açıp zıddına dönüşüyor. Yine de muhaliflerin ve kendini mağdur hissedenlerin meşru bir yönetimden bekleyeceği şey Hukuk'a riayet, sosyal barışı tesis etmesi, kucaklayıcı ve tarafsız olmasıdır. Sayın Davutoğlu'nun “Kutuplaşma ve gerilim sona erecek, düşmanlık ve nefret diline son verilecek, 78 milyonun hükümeti olacağız vb.” sözlerini taahhüt kabul ediyor, taahhütlerini yerine getireceğini diliyorum. Yol haritası belli: İç barış, reformlar ve yeni bir anayasa. Hepimiz 1 Kasım'ı yeni bir dönem için fırsat bilelim!
<< Önceki Haber Ali Bulaç: Hem AK Parti'ye, hem toplumun geneline, özellikle... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER