[Ali Akpınar] Allah’ı bulan, ne kaybetmiştir; Allah’ı bulamayan, ne kazanmıştır!

İnsanla kainat arasında sımsıkı bir bağ vardır. Allahü Teâlâ kâinatta canlı cansız tüm yarattıklarını insana musahhar kılarak onun hizmetine vermiştir.

SHABER3.COM

                                        
Ali AKPINAR- Samanyoluhaber.com 

  İnsanla kainat arasında sımsıkı bir bağ vardır. Allahü Teâlâ kâinatta canlı cansız tüm yarattıklarını insana musahhar kılarak onun hizmetine vermiştir. Binler tür hayvanat, çeşit çeşit nebatat, hava, su, güneş, ay, yıldızlar hepsi her an her daim insanın hizmetine sunulmuş memurlardır. Hepsi, hiç şaşırmadan, unutmadan, gevşeklik göstermeden görevini eksiksiz yerine getirmektedir.

    Güneş bir gün doğmasa, su yer yüzüne hiç  uğramasa, hayvanattan bir türün nesli kesilse, nebatat toprak altında uyuyakalıp başını yer yüzüne çıkarmayı unutsa, ay, yıldızlar, gezegenler şaşırıp da yörüngelerinden çıksa kâinatın, dolayısıyla da insanoğlunun bütün düzeni bozulup altüst olacak. Hayat yaşanmaz olup durma noktasına gelecek. İşte insan; yaradılışı, türü, şekli ve görevi birbirinden farklı trilyonlarca varlığın birlikte var olmasıyla hayatını sürdürebiliyor. Allahü Teâlâ, kâinattaki canlı cansız tüm varlıkları, her an, her daim, yeryüzünün halifesi unvanına muhatap kıldığı insanın hizmetine koşturuyor.
İnsan ise o kadar âciz yaratılmıştır ki her han her şeye muhtaçtır. Her gün yeniden havaya, güneşe, suya, hayvanata, nebatata... hayatî derecede ihtiyaç duymaktadır. Kur’an-ı Kerim’de bu hususu işaret sadedinde, "Yeryüzünde sizin için her türde ve her renkte daha nice nice hayvanlar ve bitkiler yaratmıs¸tır O. Kus¸kusuz bunda da düs¸ünüp ders alan bir topluluk için ne kadar mühim bir is¸aret, bir ders vardır.” (Nahl, 13) ve "Allah’ın nimetlerini tek tek saymaya kalksanız, mümkün degˆil, onları toplu hâlde bile sayamazsınız. Hiç kus¸kusuz Allah, (hata ve günahları) çok bagˆıs¸layandır; (günahlarına ragˆmen, kullarına) hususî rahmeti pek bol olandır.” (Nahl, 18) buyruluyor. 
    İnsanın ot, taş veya bir böcek, bir sinek olarak değil de  eşref-i mahlûkat ve halife-i arz olarak yaratılması ve ayrıca ondan Allahü Teâlâ’ya kulluk beklenmesi, insanın kâinatta yaratılmış tüm varlıkların üstünde bir kıymette olduğunu gösterir. Kur’an-ı Kerim’de bu hakikate işaret ile ”Ben, insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 56) buyrulması, Cenab-ı Hakk’ın ibadet vesilesiyle insanı huzuruna kabulünün ilânı, muhatap kabul etmesinin de fermanıdır. Evet, bütün 
bu sonsuz nimetler karşısında insana düşen, nimetlerin sahibi Allahü Azimü’ş-Şân’a  ibadettir. İbadet de -Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesi ile- müspet ve menfi
olarak iki kısımdır. Müsbet ibadet; namaz, oruç, zekât, hac, cihad, dua, ziki şükür…dür. Menfi ibadet ise hastalık, âfet, belâ vb. musibetler karşısında sabır ve Allahü Teâlâ’ya tevekküldür.
    Nasıl ki Rabb-i Rahîm’in bahşettiği nimetlere karşı insan namazıyla, orucuyla, zikriyle,  duasıyla Allahü Teâlâ’nın rızasına mazhar oluyor ve O’na yakınlık kazanıyorsa; hastalık, belâ, vb.  musibetlere maruz kaldığında da bu ibtilânın niçin ve nereden geldiğinin şuurunda olarak hiç şekva etmez, tevvekkül ve sabırla, kısa sürede ulaşamayacağı yakınlığa mazhar olur. 
    
    Allahü Teâlâ’ya yakınlığı kazanmış bir insan, dünyevi birtakım şeyleri kaybetse o insan için bunun hiç önemi yoktur. Zira “Allah’ı bulan, neyi kaybetmiştir, Allah’ı bulamayan neyi kazanmıştır!” Onu bulan, herşeyi kazanmıştır.
<< Önceki Haber [Ali Akpınar] Allah’ı bulan, ne kaybetmiştir; Allah’ı... Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER