Kazım Güleçyüz bir önceki yazısında 1950 öncesi tek parti devrinde ve sonrasındaki ihtilal dönemlerinde Bediüzzaman ve Nur Talebeleri başta olmak üzere cemaatlere yapılan amansız baskı ve tazyikleri yazmıştı. O dönemde Üstad'a ve talebelerinin Polis ve jandarma baskınlarına , gözaltılara, tutuklamalara, mahkemelere, maddî ve manevî işkencelere, ardı arkası gelmeyen psikolojik harekâtlar,a yalan ve iftiraya dayalı kara propagandalara, akıl almaz yıldırma taktikleri ve provokasyonlara, içeriden bölüp parçalama fitnelerine maruz kaldıklarını anlatmıştı.
Peki bu dönemde ne yapılmak isteniyor. İşte Güleçyüz'ün yazında anlattıkları
Kemalistlerin yapamadığı...
Bu arada, özellikle son dönemde olduğu gibi siyaset tartışmalarının zirve yaptığı zamanlardaki fevrî çıkış ve söylemler birlik ve kardeşlik manasına zarar verdiği için, sahiplerini vebal altında bırakacak çok ciddî riskleri davet ediyor. Onun için, bilhassa fitnelerin ve fitnecilerin kol gezdiği böyle kritik zamanlarda itidali elden bırakmamak çok daha önemli hale geliyor. Siyasette farklı düşüncelere sahip olabiliriz. Ama bunu kavga sebebi yapmanın âlemi yok.
Bunları ifade ettikten sonra, cemaatlere soğuk bakan bir başka anlayışa daha temas edelim. Onun temsilcisi, “siyasal İslam” zihniyeti.
1950’de çok partili sisteme geçildikten sonra köklü cemaatlerin oy desteği ağırlıklı olarak DP’ye ve devamı olan partilere verildi. Özellikle Nurcular ve Süleyman Efendinin talebeleri, siyasî tercihlerini DP çizgisinden yana yaptılar.
Böylece hem Bediüzzaman’ın dört parti tahlilinde vurguladığı, bürokratik vesayete karşı millet iradesine dayalı hür siyasetin güçlenmesine katkıda bulundular, hem de demokrasi ortamında hizmetlerini özgürce geliştirebildiler.
“Din adına siyaset” yapanlara ise iltifat etmediler. Millî Nizam Partisinin siyaset sahnesine çıktığı tarihten itibaren bu hareketi tasvip etmediler, uzak durdular, yol açacağı ciddî sıkıntı ve sorunlara dikkat çekerek karşı çıktılar.
Millî Görüş çizgisinden gelen AKP’nin bu cemaatlere bakışı böyle bir arkaplana dayanıyor. Ve onları “İslamın iktidarı”nı engellemek veya geciktirmekle suçluyor.
Gelinen noktada, yanına çekebildiklerini şimdilik “âbâd” ediyor gibi, ama hâlâ biat ettiremedikleri ile, kapanmamış bir “hesab”ı var. Kemalistlerle birleştiği konulardan biri de bu.
Bu hengâmede “İktidarımızda milleti de, devleti de İslamlaştırdık, dolayısıyla cemaatlere artık gerek kalmadı, çünkü varlık sebepleri ortadan kalktı” şeklinde dillendirilen anlayışın öne çıkarılmaya başlanması son derece manidar.
Faruk Köse’ye göre, cemaatlerin feshedilip STK’lara dönüştürülmesi için—nasıl olacaksa—yasal ve idarî tedbirler dahi konuşuluyor! Kemalistler bunu yapmak için her yolu denediler, ama başaramadılar. Şimdi aynı şey “dindar” siyasetçilere mi yaptırılmak isteniyor?