2001 krizinde tüm halının altına süpürülmüş sorunlar ortaya çıkıvermişti; kamu bankalarının 19 milyar dolarlık devasa “görev zararı” gibi. Meclis'ten geçen bütçelerde ödenek ayrılmamıştı ama kamu bankalarına hükümetlerce verilen "siyasi görevlerin” bedeliydi bunlar. Bütçe dışı harcamalar, bilançolarında veresiye defteri gibi şiştikçe şişmişti. Kriz sonrası vergilerimizle kapatılmıştı.
Mart yerel seçimleri öncesi yine kamu bankalarının iki alanda “canhıraş” bir çaba içinde oldukları görülüyordu; biri düşük faizle kredi pompalamak, diğeri de döviz kurlarını belli bir bant içinde seyretmesi için döviz satmak. Verilen bu iki görevin de siyasi amacı; seçime giderken oy kaybetmemekti.
Kamu bankalarının kredi vermesi kendi faaliyet alanlarındaki işleri; ama "orkestra halinde” döviz satarak piyasayı düzenleme gibi bir görevleri yok. Bununla görevli olan Merkez Bankası.
Kamu bankalarının sattıkları dövizi arka kapıdan Merkez Bankası’ndan aldıkları ortaya çıkmıştı. Burada aracılık yapıp kur riski taşımıyor olabilirler. Ancak sayılardan ortaya çıkıyor ki; kamu bankaları kur riski alarak kendi ceplerinden de yüklü döviz satmışlar.
Kamu bankalarının yakın zamanda Kamuyu Aydınlatma Platformu (KAP) ve kendi web sitelerinde açıkladıkları bilanço verileri ve denetim raporlarından yaptığım hesaba göre, üç kamu bankası (Ziraat Bankası, Halk Bank, Vakıfbank) Aralık 2018’den Mart 2019 arasındaki üç ayda tam 3.2 milyar dolar döviz pozisyonu açmışlar. Bunun anlamı, borç aldıkları dövizleri satıp TL’ye çevirmişler. Kur riski almışlar demek.
Nitekim, 2019’da yılın ilk üç ayında kur riski taşıyarak açılan yeni ilave döviz pozisyon miktarı bankalara göre şöyle: Ziraat Bankası 1 milyar 643 milyon dolar, Halk Bank 731 milyon dolar, Vakıfbank 826 milyon dolar. Bu sayılar, kur riski alarak ilk üç ayda kendi ceplerinden sattıkları net döviz miktarı demek.
Zararlı satış
Kamu bankalarının 2018 sonuna kadar temkinli biçimde kur riski almadan döviz pozisyonu taşıdıkları bilançolarından gözlenirken, bu yılın ilk üç ayında hızla döviz satarak yüksek açık pozisyona geçtikleri görülüyor.
Yılın üç ayında belirgin biçimde döviz satan kamu bankaları, kendi bilançolarında kur riskini taşıma konusunda yıllardır gösterdikleri denge politikasından ilk defa bu kadar uzaklaşmış durumdalar.
2018’in ilk çeyrek sonunda toplamda 427 milyon döviz pozisyon fazlası olan kamu bankaları, 2018’in sonunda da bunu korumuşlar; 313 milyon dolar. Ancak 2019 Mart sonunda toplam pozisyonları 2 milyar 886 milyon dolar açık pozisyona geçmiş. Yani net 3.2 milyar dolarlık döviz satmışlar.
BDDK verileri de kamu bankalarının net döviz pozisyon açığının Mart sonunda 2.9 milyar dolar olduğunu gösteriyor.
Bu açıkların görece düşük kurdan Mart öncesinde yaratıldığı ve Mart sonunda 5.5 TL seviyesinde olan dolar kurunun, izleyen dönemde artışa geçtiği ve 6 TL’nin üzerine çıktığı hesaba katılırsa; döviz açığı olan kurumlar gibi kamu bankalarını da zarara uğrattığı açık.
BDDK verilerine göre, kamu bankaları 2.9 milyar dolarlık açık döviz pozisyonlarının 1.7 milyar dolarlık kısmının Mart sonunu izleyen birkaç haftada, muhtemelen Merkez Bankası tarafından verilen dövizlerle kapatıldığı görülüyor. Yani kurlar yükselmeye başladıktan sonra. Ayrıca, sonra yeniden 26 Nisan haftasında 1 milyar dolara yakın satış yaptıkları ve 10 Mayıs itibariyle hala 1.9 milyar dolarlık döviz açık pozisyonu taşıdıkları görülüyor.
Kamu bankaları kendi döviz varlıklarından ilk üç ayda 3.2 milyar dolar satarken, bir de Merkez Bankası’ndan alıp sattıkları var. Bankacılar Merkez Bankası’ndaki swap işlemlerine bakarak bunun da 10 milyar doları geçtiğini savunuyorlar.
Ayrıca kamu bankalarının seçim iptalini izleyen günlerden başlayarak son dönemde yeniden kendi ceplerinden döviz satmaya başladıkları anlaşılıyor. Reuters’ın haberine göre geçen hafta 4.5 milyar doları bulmuş. Bunun kur riskinin de Borsa İstanbul’da VİOP üzerinden yine Merkez Bankası tarafından yapılan TL uzlaşmalı vadeli döviz satışlarıyla kapatıldığı gözleniyor. Merkez Bankası döviz vermiyor, kur farkı ödeyerek kur risklerini kapatıyor.
Neden bu yola girildi?
Kamu bankalarının siyasi bir direktifle bunu yaptıkları çok açık. Peki neden bu yola girildi?
İki nedeni var; TL’nin fiyatının yani faizinin TL’yi korumak için doğru yerde olup olmadığına bakmadan, döviz satarak kurları “istenen yere” getirebileceğini zanneden deneyimsiz politikacı ve teknokratların “özgüveni” olması ki pahalı bir eğitim faturası çıkardı bu.
İkincisi ki asıl girişimin nedeni bu; döviz piyasasında kurlar sanki normal akışında piyasada oluşuyormuş gibi görülsün diye kamu bankalarına döviz sattırıldı; sanki alıcının ve aracıların haberi olmayacakmış gibi.
Tabii ki piyasada bu konuşulmaya başlandı. Ta ki Merkez Bankası’nın seçim öncesi bu satılan dövizleri kamu bankalarına satarak açıklarını kapaması ile 6 Mart-22 Mart arasında net döviz rezervi sert biçimde 10 milyar dolara yakın düştü. İşte o zaman piyasanın geneli fark etti. Bu defa, bundan haberi olmayıp da yeni öğrenen yabancı yatırımcılar çıkmaya kalkınca kur zıpladı. “Yabancılara TL vermeyin” (Swap yasağı) telkini iyice işleri rayından çıkardı. Türkiye’nin risk primi yükseldi, 22 Mart sonrasında 10 Mayıs’a kadar çıkan yabancı portföy miktarı Merkez Bankası verilerine göre tam 2.5 milyar dolar oldu.
Ne kamu bankalarının cepten, Merkez Bankası dövizlerinin arka kapıdan yine kamu bankaları aracılığıyla satılması işe yaradı, ne de swap yasakları.
Sırf seçime giderken “kur istikrarlı seyrediyor” görüntüsü vermek, oy kaybından kaçınmak için satıldı. Sorulduğunda da açıklama yapılmadı; bu da rezerv kaygılarını yükseltti.
Kamu bankalarının bu tür “seçim görevi zararlarıyla” eritilen sermayeleri, sonunda Hazine tarafından ilave olarak koyulan sermaye ya da sermaye benzeri tahvil aktarımları ile kapatılıyor. Yani vergi mükellefleri tarafından.