AK Parti’nin kurucu kadrosunda yer alan eski Başbakan yardımcılarından Ertuğrul Yalçınbayır, seçim sonrası oluşan tablo ve partide yapılan yanlışlara ilişkin çarpıcı açıklamalarda bulundu.
*AK Parti yüzde 49’lardan yüzde 41’e geriledi. Bu sonuç mutlak bir yenilgi midir?
Türkiye’deki demokrasiye ve onun yansımaları olan seçim kanunlarına bakmak lazım. AK Parti 2002 seçimlerinde yüzde 34 oy aldı. Seçim sistemi sonucu da Meclis’in yüzde 65’ini temsil etti. Bu defa yüzde 41 aldı ama çoğunluğu sağlayamadı. 2002’de AK Parti’nin bu şekilde iktidar olmasına hizmet eden seçim kanunuydu. O zaman o seçim kanunundan istifade edenler adaleti dikkate almadı. Her sahada adaleti sağlamak lazım. Meclis’in yapımında ve kanunların yapımında ister istemez koalisyon olacak. Bu sistem demokrasiye daha yakın bir sistem. Bakıldığında AK Parti’nin oylarında yüzde 10’a yakın bir düşüş var. Bu düşüşü sorgulamak lazım. Böyle bir düşüş yaşadı ama adil bir seçim ve yarış olsaydı, haksız oy teminine yönelik çalışmalar olmasaydı, özgür bir basın olsaydı AK Parti’nin oyları yüzde 35 seviyelerine inerdi. Belki daha da aşağı düşerdi. Seçimlerin mağlubu AK Parti ve onunla beraber yarışan cumhurbaşkanıdır. Umarım ki buradan ders alınır.
ORTAK AKIL TEK AKLA DÖNÜŞTÜ
*Siz 2007’de aday listesinde değildiniz. Partide bulunduğunuz 5 senelik süreç ile son 3-4 senelik süreci karşılaştırdığınızda nasıl bir sonuç çıkartırsınız?
Meclis aynı zamanda halkın da yansımasıdır. Türkiye’deki demokrasi anlayışı, Türkiye’deki kararlara katılma anlayışı ve bunun karşısında yönetim anlayışı. Yönetim evrensel kurallara uygun cereyan etmiyor. Çoğulcu bir anlayış yok. Türkiye’nin demokrasisi melez bir demokrasi ve bu demokrasi dünyanın 80 ile 90’ıncı sıralarında yer alan bir demokrasi. AK Parti’den önce de böyleydi AK Parti’den sonra da böyle. AK Parti ortak akılla yola çıktı, giderek tek akla dönüştü.
Ortak akıl hem kendi içinde ortak akıl hem de ülke içinde kararların alınmasında ve kanunların yapılmasında ortak akıl… Bu ortak akıl yerine tek kişinin aklı, tek kişinin yönlendirmesi var. Bunlar demokratik değil. Aynı zamanda karar alma süreçlerinin yanında karar alındıktan sonra o kararların denetlenmesi, şeffaf olmak ve hesap verebilir olmak çok önemli. Bizde hesap sormak ve hesap verme anlayışı yok. Hele iktidarların ‘Ben iktidar oldum’ dedikten sonraki tutum ve davranışlarına bakın, muhalefetteyken tutum ve davranışlarına bakın.
PARTİDE AYKIRI SESLER NOT EDİLDİ
AK Parti muhalefette olduğu 1 yıllık süreçte Meclis çalışmalarına çok önemli katkılarda bulundu. 2001 Anayasa değişikliğinin yapılmasında AK Parti’nin büyük katkıları oldu. Bireyin hak ve özgürlükleri ön plandaydı.Giderek bu yönetimin ve devletin kutsallığına dönüştü. Birtakım vesayet makamlarının gerilemesi, örneğin askeri vesayetin, bürokratik vesayetin, yargı vesayetinin gerilemesi; öbür taraftan iktidar sahiplerinin güçlerini sınırlandırmak istemeyen anlayış ve tutumları. Yani AK Parti özellikle 2003 ve 2004’ten sonra hesap verebilir olmaktan çıktı. AK Parti döneminde grupta hiçbir bağlayıcı karar alınmadı. Ama bağlayıcı karar alınmamasına rağmen kim aykırı davrandıysa not edildi.
SİYASET YAPAN O KİŞİLER HİMAYE EDİLDİ
*AK Parti’deki kırılma 2003’ten sonra başladı dediniz. Yani bu çok erken değil mi? Çünkü sizin bahsettiğiniz türden bir kırılmanın 2006-2007’den sonra olduğu çokça dile getirildi?
Türkiye’nin büyüme rakamları fena değildi ama büyüme tek başına önemli bir hadise değil. Kaldı ki dünya da büyüyor ve Türkiye de o anlamda dünyanın konjonktürüne de uygun olarak büyümesini sürdürüyor. Birtakım yasal düzenlemeleri de yaptı, yapmadı denilmiyor. Ama yapmadıklarına ve tabi olduklarına bakın; kırılma noktasına bakın. Bu bunu getirecekti ve getirdi. 2007 geldi geçti, 2008-2009 krizleri…O da geldi geçti.
Denildi ki ‘Tayyip Bey iyi yönetiyor, Tayyip Bey siyaseti iyi biliyor, siyaseti iyi bilmesi nedeniyle AK Parti hayatiyetini sürdürüyor.’ Parti yönetimleri ve siyasetle uğraşanlar kendi menfaatlerini de dikkate aldılar. Siyaset yapan kişilerin de parti tarafından himayesi ayrı bir sorun meydana getirdi.
KAYIT DIŞI PARALARDAN HAVUZLAR OLUŞTU MU?
*Himaye meselesini biraz açabilir misiniz?
Şöyle, ‘Bal tutan parmağını yalar’ anlayışı gelişti. 2003 yılında yolsuzluklarla ilgili Meclis’te kurulan soruşturma komisyonu ve o komisyonun anayasal, yasal ve idari düzenlemeler gerektiren önerilerine yeterince önem verilmedi. Yeterince şeffaf ve hesap verilebilir olunmadı. Yerel yönetimlerde ve bakanlıklarda yakınlara ve yandaşlara fırsatlar tanındı. Denetim eksiklikleri nedeniyle bu onların daha da şımarmasına ve güçlenmesine yol açtı. Bu iyi yönetimin sonuçları değildir. İhaleleri alanlara bakın, sosyal sorumluluk projesi kapsamında kayıt dışı bazı hizmetler için kişilerden alınan paralarla birtakım havuzları oluşturulduğu iddia ediliyor. Bu havuz medyası olabileceği gibi, halkın yararına yapılan birtakım işleri de o havuzdan yapılmasını doğurdu. Denildi ki ‘Bu havuzdan biz beslenmiyoruz. Aldıklarımız boğazımızdan aşağı gitmiyor.'
17-25 ARALIK’IN ORTAYA ÇIKMASI MUKADDERDi
Sizin yaptığınız iş kanuna ve hukuka aykırıysa orada o havuza para aktaranlar yaptıkları işin maliyetini yükselttiler. Devlete olan katkıları azaldı, kalite azaldı ve yozlaşma başladı. Bu yozlaşma yolsuzluğu beraberinde getirdi. Yakınlarına ve yandaşlarına tanınan bu imkânlar Y’leri artırdı. Yoksulluk, yasaklar ve yolsuzluk… Yolsuzluklar arttı ve bu 2013’te zirve yaptı. 17-25 Aralık Türkiye’de son derece önemlidir. Bunların ortaya çıkması hangi sebeple olursa olsun, zamanlaması manidar değildi ve mukadderdi. Ve bu mukadder işi takdir eden bir güç var. Zamanı ve olayları tayin eden güç var. Ve bu güç bunu ortaya koydu.
TOPLANAN PARALAR ORTAYA ÇIKARILSIN
Düşünelim, akledelim, ibret alalım ve gerekirse özür dileyelim diye bir süreç başlaması gerekirken, bu sürecin kapatılması için iktidar sahipleri yasal düzenlemeler yaptı. Ders alınmamıştır, özür dilenmemiştir… Bu gidiş, o yolsuzlukların ortaya çıkmasından daha tehlikelidir. O kayıtlar hâlâ açıktır. O kayıtlar kapanmadıkça Türkiye’de temiz siyaseti, temiz bir yönetimi, temiz bir Meclis’i bulmak zordur. İşte seçimler bunun için bir şanstır.
‘Gidin Meclis’te hesap sorun, gelin Meclis’te hesap verin’ denmiştir. O zaman birleşilen yer nedir? Denetlemektir. Meclis’te önce denetleyeceksiniz. Sadece yolsuzluklarla ilgili denetim yetmez. Onlar bir örnektir. Onun ötesinde, belediyelerde ve bakanlıklarda sosyal sorumluluk anlayışı altında kayıt dışı alınan paralar olduğu söyleniyor. Bunları ortaya çıkarın. Bu yolla milletin cebinden yararlananları ortaya koyun.
ZORUNLU BAĞIŞLA GÖREV KÖTÜYE KULLANILDI
*Bu anlattığınız durumu biraz daha detaylandırabilir misiniz?
Diyorlar ki ‘Bu bizim boğazımızdan aşağı geçmiyor. Biz bu ihaleyi alana şu tür kamu hizmeti yaptırmakla ilgili gönlünden kopan şekilde buraya bağışta bulun dedik’ Huzurevi yap, okul yap, hastane yap… Onu kendilerinin yapması değil işte o havuzda toplanan parayla yapması…
Bugün AK Parti’nin yönetim kademesinde bulunanlar dahi bunların varlıklarını biliyor. Bunun adına ne diyorlar bilmiyorum. Bununla ilgili fetvalar verildi Türkiye’de. Bu fetvalar o kişileri ibra ettirir mi? Kanunlarda olmayacak şekilde, yönetim gücünü kullanarak kişileri bağış yapmaya zorluyorsanız bunun adı görevin kötüye kullanılmasıdır. Bunun adı görevin bir başka türlü yapılmasıdır. Kişiler buna rüşvet deseler de demeseler de hukuk dışı bir iştir bu.
HER BAKANLIK VE BELEDiYEDE BUNLAR VAR
*Bakanlıklarda havuzlar kurulduğu yönünde duyumlar olduğunu söylüyorsunuz. Ne zaman kurulmuş olabilir?
Her bakanlık ve belediyede buna benzer işlerin olduğu söyleniyor. Türkiye bunları temizlemek zorunda. Bu A partinin B partinin meselesi değildir. Bu yozlaşma sadece siyasetteki yozlaşma değil, aynı zamanda toplumdaki yozlaşmadır. Buradaki sorumlular sadece siyasette olanlar mıdır? Onları oylarıyla destekleyenlerin hiç mi sorumluluğu yoktur?
PARTiZAN DEVLETE GiDiŞ ÖNLENDi
*Peki, bu seçim sonucunun en önemli olumlu yanı ne oldu?
Partizan devlete gidişi bu seçim önlemiştir. Bu seçim en azından katılımcılığı, birbirlerine yakınlaşmayı ve diyaloğu öngörmüştür. Eğer bu diyaloğu kuramıyor ve iyi yönetemiyorsanız yeniden seçim yapılır. Ama diyor ki, kanun yaparken birbirinize danışın, evrensel kuralları dikkate alın, gruplarınızda da bunları konuşun ve aranıza sevgiyi yayın ki uzlaşma oluşsun.
MECLİS BAŞKANLIĞI SEÇİMİ ANAYASA'YA AYKIRI YAPILDI
Meclis’te birinci bireşimde yemin edildi, ikinci birleşimde ise Meclis başkanlığı seçimi yapıldı. Ancak şunu hatırlatmak lazım. Meclis Başkanlığı seçiminde de Anayasa’ya sadakat esastır. Anayasa’nın 11, 81 ve 94. maddeleri ile Meclis İç Tüzüğü’nün 10. Maddesi, Meclis başkanlığı seçiminde grup kararı alınmayacağına amirdir. Ancak 4 aday da partilerin adayı olarak hem söylendi hem de kamuoyunda ilan edildi. Birinci toplantıda yemin edenler ikinci toplantıda yeminlerini bozdular.
Yemini bozmanın kefareti ya eskiye dönmek ya da yeniden seçim yapmak. Başvuru yapılırsa Anayasa Mahkemesi iptal edebilir. Fakat AYM’ye dava açabilecek 110 kişi yok.
ÖZÜR DİLENMELİ
*17-25 Aralık için AK Parti’nin özür dilemesi gerektiğinden bahsettiniz. Bu özür nasıl bir özür olmalı, kim dilemeli?
Türkiye’de yaşananlardan ders almak, ibret almak, bunları ortaya koymak… Bunları ortaya koyarken hizmet kusuru nedeniyle o kusuru kabul etmek, özür dilemek… Bunlar olmadan siz yeni bir sayfa açamazsınız. Sürekli özür dilerseniz de özrün anlamı kalmaz. Türkiye kötü yönetiliyor. Özür dilenmeli. Meclis başkanları Cemil Çiçek de Mehmet Ali Şahin de ‘Kanun yapmayı bilmiyoruz’ diyor. Bunlar bir özrü beraberinde getirmeli. Yeni bir düzenlemeyi getirmeli.
TÜZÜĞE GÖRE HERKES EŞiT
*AK Parti’de sizin de içinde bulunduğunuz bir kurucular gerçeği var. Partinin içinde değilsiniz ama dışarıdan da kurucuların fikirlerinden istifade edilme yoluna gidilmiyor sanırım. Bir dışlanma mı var?
Bu partinin programı, genel başkan dâhil herkesi bağlar. Tüzüğü herkesi bağlar. Bir üyeyi de genel başkandan farklı tutmaz. Herkes eşittir. Herkesin ondan yararlanma ve görüşlerini bildirme hakkın vardır. Ama kurumlar ve kuruluşlar kendi görev sahaları içerisinde görevlerini yapacaklardır. Milletvekilleri ve partili üyeler, partinin yönetim kademelerini ne kadar etkileyebiliyorlar? Bu etkileme mekanizması var mı? Yok. Bunları sağlayacak mekanizmalara ihtiyaç var. Örneğin ‘Parti içi demokrasi hakem kurulu’ var. Bizim önerimizle kondu. Amacı demokrasiyi parti içinde ve ülkede geliştirmek, yaymak ve genişlik kazandırmak. Bir partili üyenin genel başkanı, bakanı ve diğer üyeleri şikâyet etme hakkı var. Bu yapılabiliyor mu?
MECLiS DEFOLU MAL ÜRETiYOR
*Parti tüzüğü bir tarafa, Anayasa çiğnendiğinde böyle bir şikâyet ve yaptırım mekanizması ortaya çıkıyor mu ki?
E tabii. Türkiye’de kurallara uyma alışkanlığı yok. AK Parti’nin programını açın; birincisi, ‘Kurallara uyma alışkanlığını getireceğiz’, ikincisi, ‘Bu kuralların daha etkili daha nitelikli hale getirilmesi için düşünce özgürlüğü tanıyacağız.’ Bakın Meclis bir yasa fabrikası olarak çalışıyor. O fabrika kaliteli çalışmıyor. Defolu mal üretiyor. O fabrika mallarını yürütmeye veriyor. Yürütmeye diyor ki ‘Bu malları piyasaya sür ve uygula.’ Ama orada da ihtilaflar var. İhtilafları çözecek olan yargıda da problem var. O zaman hak aramayı nereye götüreceğiz. AYM ve AİHM’e… Hak arama bitmiyor.
ERDOĞAN VE GÜL’ÜN ELi AYAĞI TiTREDi
1 Mart Tezkere’si evrensel hukuka ve Anayasa’ya aykırı olarak bakanlar kurulu tarafından getirilmiştir. Burada AK Parti güce teslim olmuştur. Hukukun üstünlüğü yerine ABD’nin ve gücün üstünlüğünü esas almıştır. Oysa biz hem içimizde barışı sağlayacak hem dünyaya mesaj vereceksek, hukukun üstünlüğünü savunmak zorundayız. Türkiye o kadar kapalı bir sistemle yönetiliyor ki, hâlâ 1 Mart Tezkeresi’yle ilgili Meclis zabıtları açılmamıştır. 10 sene geçti açılmadı. 1 Mart Tezkeresi kırılma noktasıdır. Ondan sonra birtakım rutin işlerin yürümüş olması bizleri aldatmasın. 1 Mart Tezkeresi’nden sonra Tayyip Bey’in de Abdullah Bey’in de eli, ayağı titremiştir. ‘Ne yapacağız’ demişlerdir. Ve 20 Mart’ta Tayyip Bey Başbakan olduktan sonra hiç gereği yokken Meclis’ten tezkereyi geçirmişlerdir. Niye? ABD’ye şirin görünmek uğruna. Ama bu sefer ABD ve Irak tarafı ‘Size ihtiyacımız yok’ dediler.
Bugün