Bir önceki yazımda, Uzun Hasan ile Fatih Sultan Muhammed’in savaşı ile ilgili görülen rüyayı getirilen tabirden ve Fetih Suresinin üçüncü âyetinin riyazî değerinin tarih olarak zafere bakmasından söz etmiştik...
Neticede iki ordu Otlukbeli’de karşılaştı. Burası, Erzincan ile Tercan arasında bir yerin adıdır.
Uzun Hasan, Murat Beyin güçlerini dağıtıp onu öldürdüğü için hayli mağrur ve umutluydu. Oğullarını da yanına alarak ikinci bir baskın düzenledi. Dar bir vâdide bulunan Osmanlı ordusu bu baskından, tepeleri tutmuş olan Davud ve Mahmud Paşaların gayretiyle kurtuldu ve hemen savaş düzenine geçti. Bu sırada Şehzade Mustafa’nın komutasındaki Osmanlı sol kanat kuvvetleri karşı saldırıya geçerek kısa zamanda Akkoyunlu ordusunu yenilgiye uğrattı.
Büyük kayıplar vererek yenilen Akkoyunlu ordusundan ölenler arasında Uzun Hasan’ın oğlu Zeynel de bulunuyordu. Fatih Sultan’ın komutasındaki kuvvetlerin müdahalesine gerek kalmadan savaşın sonu belli olmuştu. Uzun Hasan kaçmak zorunda kaldı. Çil yavrusu gibi dağılan ordusundan tamamen ümidini kesen Uzun Hasan canını zor kurtararak İran tarafına çekildi. İmparatorluk hâline gelen güçlü ordusu, güneş altında kalan kar gibi eridi. Kendisi kahrından hastalandı ve bir daha kalkamadı, üzüntüsünden kriz geçirip öldü. Çarşamba günü, zafer şenliği yerine matem günleri oldu. Onun ölümüne "Butlânü keydi’l-hâinin" yani "hâinlerin hilesinin boşa çıkması" tarih olarak düşürüldü…
Cenab-ı Hakkın kendisine lütfettiği bu zaferden dolayı Fatih Sultan Mehmed ve askerleri, Allah’a şükredip secdeye kapandılar, hayır ve sadaka kapılarını açıp fakir ve kimsesizleri doyurdurlar. “Allah iyilerle beraberdir.” beyanı bir defa daha tecelli etmiş oldu…
Böylece Fatih Sultan Mehmed’in görmüş olduğu rüya aynen gerçekleşti: Rüyada Padişahın diz üstü çökmesi; Uzun Hasan tarafından Murat Beyin öldürülmesini ve öncü kuvvetinin bozulmasını; yine Fatih’in Uzun Hasan’ın ciğerini koparıp yere atması ve göğsünü parçalaması ise, Uzun Hasan’ın ciğerparesi Zeynel’in öldürülmesini ve kendisinin de yenilgiye uğramasını sembolize ediyordu.
Böylece gurura kapılıp haddini bilmeyen bir hükümdara Cenab-ı Hak haddini bildirirken, Allah’a dayanıp ülkeyi büyük bir beladan korumak için savaşmak zorunda kalan Sultan Fatih Muhammed’e de Cenab-ı Hak zafer kapılarını açtı…
Evet o devir ve zaman için İslâm'ın yeryüzünde en ihlaslı ve en büyük temsilcisi, Kur’an’ın koruyucusu, ilim, eğitim ve medeniyetin öncüsü, ulemâ, sulehâ ve Allah dostlarının yardımcısı bir devlet ile haksız sebeplerle savaşmanın nelere mal olacağı bellidir…
Mülkün hakiki sâhibi Allah’tır. O, dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltıp rezil eder. Kim O’nun dinine yardımcı olur, Peygamberinin (S.A.S.) Sünnetini ihyaya çalışırsa, O (c.c.) da ona yardım eder. Askerin ve vasıtasının çokluğuna ve üstünlüğüne bakarak gurura kapılmak, kuvvet ve kudreti Allah’a değil vasıtaya ircâ etmek, yenilgiye uğramanın ilk belirtisidir.
Bizler kim oluyoruz ki, tırnakları bile olamayacağımız Sahabe Efendilerimiz için şöyle buyuruluyor:
“Şu kesindir ki, Allah size bir çok savaş yerlerinde yardım etti, ‘Huneyn günü’ de… O gün ki, sayıca çokluğunuz sizi böbürlendirmiş ama bu, size fayda vermemişti. Olanca genişliğine rağmen, dünya başınıza dar gelmişti. Sonra da bozguna uğrayarak düşmana arka çevirip kaçmaya başlamıştınız. Sonra Allah, Resûlünün ve müminlerin üzerlerine sekinesini, güven veren rahmetini indirmiş, sizin göremediğiniz ordular göndermişti de Kendisini tanımayan o kâfirleri azaba uğratmıştı.” (Tevbe Suresi, 9/25-26)
Her mümin, hepimiz bu mukaddes ve yüce ifadelerden dersimizi ve ibretimizi gereği gibi almalıyız.
ABDULLAH AYMAZ / Samanyoluhaber.com