Yargıtay, Ergenekon davasını bozdu. İlker Başbuğ’un Yüce Divan’da yargılanmasına karar verdi. Sürpriz mi? Değil. Beklenen gelişmeydi. Ergenekon ve Balyoz gibi davalar çoktan ters yüz edildi. Dönüm noktası 17 Aralık… AKP’nin suçüstü yakalandığı tarih. Koltuğunu kaybeden sadece dört bakan değildi. AK Parti, AKP’ye dönüştü. Kendini kurtarmak için değerlerinden, ilkelerinden geçti. Kutsallarını yitirdi. Kurtuluşu Ergenekon’un ipine sarılmakta buldu.
AKP öylesine keskin dönüş yaşadı ki 17 Aralık’a kadar ‘savcısı’ olduğu Ergenekon davasına ‘kumpas’ deyiverdi. Suçu da başkasına atarak. Ergenekon’la mücadeleyi oya dönüştürürken davanın tek sahibi AKP’ydi. Başka partilerin cesaret edemediğini yapmıştı. Dönüş kolay değil, parti içinde hâlâ viraj almakta zorlanan, sağa sola savrulan, arabayı devirenler var. Ses çıkanların sayısı az olsa da itirazı olan isim pek çok.
En çarpıcı örnek Şamil Tayyar. Kamuoyu, Ergenekon’un meşru siyaset için ne denli tehlike ve tehdit olduğunu onun kitaplarından öğrendi. Siyasetteki referansı o kitaplardı. Ama o yazılanlar hükmünü yitirdi. Arşivler AKP’lilerin Ergenekon karşıtı açıklamalarıyla dolu. Toplasan cilt cilt ansiklopedi olur.
Gelinen noktayı birçok açıdan değerlendirmek mümkün. Ben Ergenekon davasını dün önemsiyordum, bugün de önemsiyorum. Özüne hâlâ sahip çıkıyorum. Darbelerle yüzleşme ve hesaplaşma davasıydı Ergenekon. Siyasî tarihin bir darbeler tarihi olduğu sır değil. AK Parti darbe ve müdahale tehdidi altında iktidara geldi. Partinin kurucu lider kadrosu ‘Sandıktan çıkarız fakat asker bize iktidarı verir mi?’ endişesi taşıyordu. 3 Kasım’la birlikte ‘darbe planları’ başladı. Adları Ergenekon dosyasında mevcut.
Abdullah Gül ‘Başbakan’ sıfatıyla ilk katıldığı Yüksek Askeri Şûra toplantısında tehlikenin ciddiyetini kavradı. Çetin Doğan’ın çıkışı dengesini alt üst etti. AK Parti kapatılmaktan kıl payı kurtuldu. Sadece bir oy farkla. Kimi Anayasa Mahkemesi üyeleri askerî mekanlarda boy gösterdi. Çok geçmeden AK Parti ‘Cesur bir savcı arayışına’ girdi. Buldu da… Başbakan zırhlı aracını gönderdi. 367 müdahalesi nedeniyle Meclis cumhurbaşkanını seçemedi. Asker Abdullah Gül ismine açıkça karşı çıktı. ‘Özde, sözde’ diyerek tavır koydu. Yarın e-muhtıranın seneyi devriyesi.
Dünün iklimini hatırlamadan bugünü anlamak ve Ergenekon davasını sağlıklı değerlendirmek mümkün değil. ‘Zamanın ruhu’ diye bir şey var. Cesur savcı olmasaydı eğer, Ergenekon davası açılmasaydı şayet; ne AK Parti kapatılmaktan kurtulur ne de muktedir olabilirdi. Bu, elbette dava sürecinde çok fazla yanlış yapıldığı gerçeğini söylememize kesinlikle engel değil. Dosyaya ilgili ilgisiz çok isim girdi. Yargı çok daha titiz davranabilmeliydi. Her iktidar karşıtını Ergenekon sepetine atmamalıydı.
Açıkça ben Ergenekon deyince Veli Küçük’ü, Çetin Doğan’ı, Şener Eruygur’u anlıyorum. Darbe için yanıp tutuşan generalleri anlıyorum. Dönemin en üst düzey komutanları Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman’ın ‘Ben önledim’ diye pay kapmaya çalıştıkları ‘darbe senaryolarını’ anlıyorum.
İyi başladı. Kötü bitti. Sonuç hüsran oldu. Türkiye darbelerle hesaplaşma fırsatını heba etti. Batının, Avrupa’nın yıllar önce yaptığını Türkiye ıskaladı. Bundan sonra hiçbir darbe yargılanamayacak. 28 Şubat dosyası da kapatılacak. AKP ‘Dalgalar ülkeyi boğuyor’ diyerek ilk işareti verdi. Bir süredir darbe politikalarını uygulayan AKP’nin darbelerle hesaplaşacak ne yüzü var ne de cesareti. Kendi hikayesine de yazık etti. Keşke kurşunu ayağına sıkmış olsa, kafasına sıktı. 17 Aralık’tan Ergenekon’la çıkacağını sandı. Fena aldandı.
‘Bak Dursun imzaya getiriyorsun ama başımıza iş açmasın bunlar’ dediği İnternet Andıcı’nı hazırlayan Dursun Çiçek, bakın Yargıtay kararını nasıl yorumlamış: “Sıra onları azmettiren ve siyasî ortam hazırlayan iktidardan hesap sormaya geliyor. Türkiye’de iktidarı yargılayacak özgür ve tarafsız savcı ve hakim olmadığı için bunların iktidardan düşmesini bekliyoruz.” Artık iş işten geçti. AKP’nin girdiği yoldan dönüşü yok.
Kazanan Ergenekon, kaybeden AKP ve demokrasi oldu…