AİHM’in bu sonuca varmasına neden olan davanın temelinde 9 Ekim 2002 tarihinde G.U adlı 17 yaşındaki genç kızın “silah tehdidi altında 62 yaşındaki üvey babasının tecavüzüne uğradığı” gerekçesiyle polise yaptığı şikayet yatıyor. G.U'nun ifadesi temelinde aynı yıl üvey baba M.S hakkında “cinsel taciz, tecavüz ve zorla alıkoyma” iddiasıyla dava açıldı. Dosya 2011 yılında Yargıtay’ın üvey babayı aklayan kararıyla kapatıldı.
Dava sürecinde M.S kendisine yönelik suçları “iktidarsız” olduğu gerekçesiyle reddetti. Eşiyle bir yıldır cinsel ilişkiye girmediğini, bu nedenle kendisine yönelik suçu işlemiş olamayacağını söyledi. Ancak bu ifadeleri, “düzenli ilişkileri olduğunu” belirten eşi tarafından yalanlandı.
10 Ekim 2002 günü İzmir Adli Tıp Kurumu’nda gerçekleştirilen muayenede G.U’nun “cinsel ilişkiye girdiği” tespit edildi, fakat “şiddet gördüğü izine rastlanmadığı” not edildi. Davaya bakan İzmir Mahkemesi, üvey babanın “fiziksel yapısı”, davacı G.U’nun ise “karşı koyma konumunda olup olmadığı” konusunda İstanbul Adli Tıp Kurumu’ndan da uzman görüş raporu istedi. İstanbul Adli Tıp Kurumu, 28 Mayıs 2004 tarihinde ilettiği raporda, G.U'nun “olayın ahlaki redaetini idrak edip, fiile ruhsal yönden mukavemete muktedir olduğu” görüşüne yer verdi.
M.S hakkındaki “iktidarsızlık” (empotans) testleri ise 2006 yılında ancak sonuçlanabildi. İstanbul Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden İzmir Mahkemesi’ne gönderilen raporda, M.S’nin “iktidarsızlık” sorunu yaşadığı bildirildi. G.U’nun avukatının 4 yıl sonra gelen bu rapora itirazı ve G.U üzerinde psikiyatrik muayene talebi ise reddedildi.
İzmir Mahkemesi, bu üç rapor temelinde, 27 Aralık 2006 tarihindeki son duruşmada, M.S’nin beraatine hükmetti. Karar, 11 Ekim 2011 tarihinde Yargıtay tarafından da onaylandı.
Dava 2010'da AİHM'e taşındı
2010 yılında AİHM’e başvuran G.U, “tecavüz iddialarına ilişkin etkin soruşturma yapılmamış” ve “işlenmiş bir suçun cezasız kalması nedeniyle devletin kendisini korumakla ilgili pozitif yükümlülüğünü yerine getirmemiş” olmasını ileri sürüp, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin işkence ve kötü muamelenin önlenmesiyle ilgili 3'üncü ve özel yaşamın korunmasıyla ilgili 8’inci maddelerini ihlal edildiğini savundu.
Türk hükümeti AİHM önünde yaptığı savunmada, “iç hukuk yolları tüketilmediği” gerekçesiyle başvurunun reddedilmesini istedi, ancak bu talebi Mahkeme tarafından geri çevrildi.
Davayla ilgili gerekçeli kararını bugün açıklayan AİHM, tecavüzün gerçekleşip gerçekleşmediği konusuna girmedi. Buna karşılık, elde somut kanıt olmaması nedeniyle hakimlerin “genç kızın ifadelerini çok daha büyük titizlikle değerlendirmiş olmaları gerektiğine” vurguda bulundu. Hakimlerin duruşmada sadece tarafların ifadelerini almakla yetindiğine dikkat çeken AİHM, taraflar arasında hiçbir yüzleştirme yapılmamış olmasının da altını çizdi.
Kararda, G.U'nun ilk ifadelerinin uzmanlık alanları tecavüz, kadına veya çocuğa yönelik şiddet olmayan iki erkek polis tarafından alındığı not düşüldü. Duruşmanın ise avukatın talebinin aksine halka açık yapıldığı, bu durumun G.U'nun onuru ve özel yaşamı açısından sorun oluşturduğu kaydedildi.
"Psikolojik faktör dikkate alınmadı"
Soruşturmanın hiçbir aşamasında psikolog olmamasını da not eden AİHM, aile içinde çocuklara yönelik tecavüzlerin neden olduğu psikolojik faktörün dikkate alınmamış olmasına da işaret etti. Davanın esasına bakan hakimlerin G.U’yu bir kez olsun görmediklerini hatırlattı. Üvey babanın psikolojik sağlığı konusunda hiçbir uzman görüşüne başvurulmamış olmasının da dikkat çekici olduğunu aktardı.
Mahkeme, üvey babanın “iktidarsızlığı” hakkındaki raporun dava başladıktan 4 yıl sonra gelmesini ise yargı süreciyle ilgili büyük bir hata olarak değerlendirdi.
Tüm bu tespitlerden yola çıkan AİHM, yargı süreci ve davaya bakan mahkemenin izlediği yöntemin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3 ve 8’inci maddelerine aykırı olduğuna hükmetti.
Ankara, karar gereği davacı G.U’ya 15 bin euro manevi tazminat, 2 bin euro da mahkeme masrafı ödeyecek.