AİHM, söz konusu kararında 2015 yılındaki paylaşımları nedeniyle tutuklanan Yasin Özdemir’in ‘ifade hürriyetinin ihlal’ edildiğine hükmetmişti. AİHM, o tarihte ortada henüz bir yargı kararı olmadığı için Hizmet Hareketi mensuplarına yönelik ‘terör örgütü’ suçlamasının hukuki dayanağı olmadığına karar vermişti.
Yargıtay, 26 Eylül 2017 tarihli kararında tamamen ‘vehim ve yorumlara’ dayanarak Hizmet Harketi’ni ‘terör örgütü’ olarak kabul etmişti. AİHM’nin kararına göre Hizmet Hareketi mensuplarına veya mensubu olduğu iddia edilen kişilere 26 Eylül 2017 öncesi iş ve işlemlerinden dolayı ‘silahlı terör örgütü’ yargılaması yapılamaz.
Kararın Türkçe’ye çevrilen ilgili bölümü şöyle:
-Başvurucunun ifade özgürlüğünü kullanmasına yönelik müdahalenin yasanın taşıması gereken niteliğine uygun olmadığını saptayan Mahkeme, Sözleşme’nin 10’uncu maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.
-Mahkeme, başvurucunun ceza mahkûmiyetinin ve yargılamanın sonucunda beş yıl boyunca hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının gerçek ve etkili bir sınırlama boyutuna ulaştığı ve dolayısıyla başvurucunun Sözleşme’nin 10’uncu maddesince güvence altına alınan ifade özgürlüğünü kullanmasına “müdahale” teşkil ettiği kanaatindedir.
-Böyle bir müdahale, Sözleşme’nin 10’uncu maddesinin ikinci fıkrasındaki gereklilikleri karşılamadıkça, Sözleşme’nin 10’uncu maddesinin ihlali sonucunu doğurur. Bu nedenle müdahalenin “yasayla öngörülüp öngörülmediği”nin, fıkrada sayılan meşru amaçların biri ya da birkaçını taşıyıp taşımadığının ve bunlara ulaşmak için “demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı”nın belirlenmesi gerekir.
-Mahkeme, yakın zamanda Centro Europa 7 S.r.l. et Di Stefano c. Italie [GK] ve Selahattin Demirtaş c. Turquie (no 2) [GK] kararlarında özetlediği üzere, ifade özgürlüğüne yönelik müdahalelerin “yasayla öngörülmesi” gerektiğine ilişkin içtihadından doğan ilkelerin görülmekte olan davada da uygulanacağı kanaatindedir.
-Mahkeme, Türk Ceza Kanunu başta olmak üzere, işbu davada uygulanan yasa hükümlerinin erişilebilirliğine dair taraflar arasında herhangi bir uyuşmazlık olmadığını gözlemlemektedir. Bu nedenle, Mahkeme, başvurucu mahkûmiyetine yol açan gönderileri paylaştığı sırada, iç hukukun mevcut davada yorumlandığı ve uygulandığı biçimiyle öngörülebilir olup olmadığını inceleyecektir.
-Uyuşmazlığa konu müdahalenin öngörülebilirliği konusunda, Mahkeme, terörle mücadeledeki veya terörizme karşı yasaların formüle edilmesindeki güçlükleri göz önünde bulundurabilir. Somut koşullar gerektirirse, Üye Devletler, uygulanması pratikte yargı mercilerinin yorumuna göre değişen, oldukça genel düzenlemelerden yararlanabilir. Bu kapsamda, ulusal yargıçlar, yasayı yorumlarken, keyfiliğe karşı bireye yeterli koruma sağlamalıdır. Mahkeme, hükûmetleri eleştirmenin özellikle terörist olduğu değerlendirilen örgütlerle bağlantı veya bunlara destek gibi ağır suç isnatları ile sonuçlanmaması gerektiği kanaatindedir. Bir silahlı terör örgütüne üyelikten veya destekten ötürü ceza öngören yasa hükümlerinin, bu türden bir bağı gösteren somut kanıtların yokluğu hâlinde, ifade özgürlüğünün kullanımını ortadan kaldırma sonucunu doğuracak ölçüde geniş yorumlanması, inter alia, yasaların vazgeçilmez niteliklerinden biri olan öngörülebilirliği zedeler.
-Görülmekte olan davada, Mahkeme, ceza yargılamasının farklı evrelerinde başvurucuya karşı çeşitli itham ve isnatlarda bulunulduğunu gözlemlemektedir. Gözaltına alınmasının akabinde, terör örgütüne üye olmakla ve, savcılığın düzenlediği iddianamede, terör örgütüne yardım etmekle suçlanmıştır. Nihayetinde başvurucu suçu ve suçluyu övmekten ceza almıştır. Mahkeme, son olarak, başvurucunun mahkûmiyetinin yegâne dayanağının gazete haberleriyle ilgili olarak Facebook’ta paylaştığı yorumlar olduğunu kaydetmektedir.
-Mahkeme, anılan yorumların esasen başvurucunun gündemdeki siyasi konulara ilişkin görüşlerinden: Fetullahçı örgütle mücadelede idari ve yargısal makamların aldığı tedbirlere yönelik eleştirilerinden, 17-25 Aralık 2013 tarihlerinde yürütülen yolsuzluk soruşturmalarının altında yatan olgulara bakış açısından, siyasal iktidarın muhalefete karşı uyguladığı politikalara yönelik eleştirilerinden, siyasal iktidarın İslamcı bir silahlı örgütle olduğu iddia edilen ilişkisine yönelik eleştirilerinden ibaret olduğunu ortaya koymaktadır.
-Mahkeme, yayımlandığı tarih itibariyle, anılan iletilerin hassas konulara ilişkin kamusal tartışmalar bağlamında dile getirilen düşünce ve görüşlerden oluştuğunu, benzer düşüncelerin yalnızca Fetullahçı hareketin üyeleri tarafından değil, aynı zamanda yasal muhalefet, bilhassa muhalefet partileri, ve bununla birlikte ulusal ve uluslararası basın tarafından da ifade edilmiş olduğunu gözlemlemektedir. Mahkeme, anılan görüşlerin hiçbir şekilde şiddete başvurmayı önermediğini ve isyana teşvik çağrısı içermediğini özellikle belirtmektedir. Mahkeme, Fetullahçı hareketin kimi üyelerinin, bu görüşlerin bir bölümünü bahane göstererek, yaklaşık on beş ay sonra darbe girişiminde bulunmasının kamusal tartışmalarda böylesi görüşlerin ifade edilmesi özgürlüğüne dair yukarıda yapılan tespitleri etkilemediği görüşündedir.
-Mahkeme, bu kapsamda, ceza yasasının bir yanda kamusal tartışmalar bağlamında hükûmete karşı yönelen eleştiriler ile öbür yanda terör örgütlerinin şiddet eylemlerini meşrulaştırmada öne sürdüğü bahaneler arasında karışıklığa yol açacak doğrultuda yorumlanmasının ne kamusal özgürlükleri tanıyan Türk ulusal hukukuna ne de bireyi sözleşmesel özgürlüklerine yönelik keyfi saldırılardan koruyan Sözleşme hükümlerine uygun olduğunu değerlendirmektedir.
-Mahkeme, olay gerçekleştiği sırada, söz konusu grup belirli idari organlarca tehlikeli addediliyor olsa bile, Fetullahçı hareketin taraftarları hakkında yasadışı bir örgüte ya da terör örgütüne yönetici ya da üye oldukları gerekçesiyle verilmiş herhangi bir kesin mahkûmiyet kararı bulunmadığını da belirtmektedir. Gerçekten de, başvurucunun uyuşmazlığa konu yorumları paylaştığı Nisan 2015’te, bahse konu hareketin eğitimsel ve dini bir cemaat mi yoksa Devlet organlarına yasadışı biçimde sızmayı hedefleyen bir örgüt mü olduğu meselesi, kamuoyunda yürütülen hararetli tartışmalara konu olmuştur.
-Mahkeme, ayrıca, Türk Ceza Kanunu m. 215(1)’in suçu veya suçluyu öven beyanların cezalandırılmasını kamu düzeni açısından açık ve yakın bir tehlike ortaya çıkması koşuluna tabi kılarak hükmün sanık aleyhine çok geniş yorumlanmasına karşı güvenceler öngördüğünü kaydetmektedir. Başvurucuyu mahkûm eden ceza mahkemesinin böyle bir tehlikenin ortaya çıkmasında, başvurucunun görüşlerini içeren yorumları paylaştığı Nisan 2015’ten çok daha sonraki bir tarihte, Temmuz 2016’da gerçekleşen darbe girişimini dikkate aldığını gözlemlemektedir. Mahkeme, kuşkusuz hükûmete karşı yazılmış olan ancak kamusal tartışmalara barışçıl müdahalelerden ibaret olup herhangi bir isyan çağrısı içermeyen bahse konu yorumların, bir yıldan uzun bir süre sonra, kamu düzeni açısından, darbe girişimi gibi açık ve yakın bir tehlike ortaya çıkaracağını öngörmesinin başvurucudan makul olarak beklenemeyeceğini değerlendirmektedir. Davaya konu mahkeme kararında olduğu gibi aksi yönde bir değerlendirmeye dayanarak kurulacak bir mahkûmiyet hükmü, yasanın aşırı derecede geniş yorumlanmasına ve kamusal tartışmalarda barışçıl görüşlerin ifade edilmesini baskılayan muğlak isnatlara karşı yasa koyucunun sağladığı engellerin yargı tarafından devre dışı bırakılmasına yol açar.
-Yukarıdaki açıklamalar ışığında, Mahkeme, ilgili ceza yasası hükmünün (Türk Ceza Kanunu m. 215) böylesi geniş yorumlanmasının, uyuşmazlık konusu olayların gerçekleştiği tarih itibariyle, başvurucu bakımından öngörülebilir olmadığını telakki etmektedir.
Sözleşme’nin 15’inci maddesine ve Türkiye’nin askıya alma bildirimine gelince, Mahkeme, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan ve Anayasa m. 121 uyarınca hareket eden Bakanlar Kurulu’nun olağanüstü hal boyunca, gözaltına alınanlar ve tutuklu yargılananlar için iç hukukta tanınan usuli güvencelere belirgin sınırlamalar getiren birçok kanun hükmünde kararname çıkardığını kaydetmektedir. Ancak, görülmekte olan davada, başvurucu Türk Ceza Kanunu m. 215/1’den mahkûm edilmiştir. Türk Ceza Kanunu m. 215/1’in olağanüstü hal sırasında hiçbir değişikliğe uğramadığının bilhassa göz önünde tutulması gerekmektedir. Gerçekten de, işbu davada verilen hüküm, olağanüstü halin öncesinde ve sonrasında uygulanabilir olan bir yasa hükmüne dayanmaktadır. Sonuç olarak, en nihayetinde askıya alma kapsamındaki hiçbir tedbir olayda uygulanamadığı için, bu mahkûmiyetin Sözleşme’nin 15’inci maddesinde aranan koşullara uygun olduğu söylenemeyecektir.
Başvurucunun ifade özgürlüğünü kullanmasına yönelik müdahalenin yasanın taşıması gereken niteliğine uygun olmadığını saptayan Mahkeme, Sözleşme’nin 10’uncu maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Bu karar üzerine, müdahalenin 10’uncu maddenin 2’nci fıkrasında sayılan meşru amaçları izleyip izlemediğinin ve “demokratik toplumda gerekli” olup olmadığının ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.