Ulusoy, Gülen Hareketi davalarında ByLock ve BankAsya hesaplarının delil kabul edilmesini adil yargılanma hakkına aykırı bularak Türkiye’yi mahkûm ettiği Yalçınkaya kararının Anayasa’nın 90’ncı iç hukuk yönünden bağlayıcılığı sorununu tekrar gündeme getirdi.
Ulusoy’un T24’de yayınlanan yazısı şöyle:
“AİHM ve AYM kararlarının emsal etkisini yani örnek olarak bağlayıcılığını kabul etmeyen bir mahkeme, yüksek mahkeme de olsa, hem yargılama sisteminin temelini dinamitlemiş olur; hem de bizzat Anayasa’yı ihlal etmiş olur.
AİHM’nin geçtiğimiz günlerde verdiği ve yargılamalarda ByLock ve BankAsya hesaplarının delil kabul edilmesini adil yargılanma hakkına aykırı bularak Türkiye’yi mahkûm ettiği Yalçınkaya kararı sonrası AİHM kararlarının iç hukuk yönünden bağlayıcılığı sorununu tekrar gündeme getirdi.
Aynı şekilde AYM’nin bireysel başvuruda verdiği kararların benzer davalara emsal etkisinin Yargıtay tarafından kabul edilmemesi ve Yargıtay’ın bu AYM kararlarını bağlayıcı görmemesi sorunu da önemli bir sorun olmaya devam ediyor.
Konuya ilişkin olarak Cumhurbaşkanı, AİHM kararının uygulanmayacağını ima etti.
Adalet Bakanı da Yalçınkaya kararının sadece o davacı için etki doğuracağını ve benzer davalar için bağlayıcılığı olmayacağını belirtti.
Oysa kararın gerekçesinde bu kararın benzer davalar açısından emsal teşkil edeceği ve bağlayıcı olacağı çok açık biçimde vurgulanmış.
Anayasa Mahkemesi (AYM) Başkanı da kendi içtihatlarının AİHM kararından farklı olduğunu ve AİHM kararını doğru bulmadıklarını ifade etmiş.
Gerçi Sayın Başkanın açıklamasından, AİHM kararının bağlayıcı olmadığı ya da kendilerini AİHM kararı ile bağlı görmedikleri yönünde bir anlam çıkarmak mümkün görünmüyor. Sadece kendi içtihatları ile AİHM kararının bağdaşmadığı yönünde bir tespit var. Açıklamada ileriye yönelik ya da “ihsası rey” niteliği taşıyan bir yön bulunmuyor.
Zaten kendi kararlarını bile kendi iç hukuk mahkemelerine kabul ettirme ve bağlayıcı kılma sorunu yaşayan ve kararlarının kendi iç hukuk temyiz mahkemelerince bile emsal etkisi sorgulanan bir yüksek mahkemenin “çuvaldızı başkasına batırırken” hiç olmazsa “iğneyi kendisine batırmaması” düşünülemez.
Bu konulardaki akademik yazıları ortada olan ve evrensel hukuk normlarına olan hassasiyetini bizzat bildiğim Sayın Başkan’ın AİHM kararlarının etkisini ve bağlayıcılığını sorgulatma amacında olduğunu sanmıyorum.
Yine de yanlış anlamalara sebebiyet verecek bu açıklama hiç yapılmasa daha şık olurdu.
Gerek AYM nezdindeki “bireysel başvuru” sisteminin gerekse AİHM aşamasındaki başvuru sisteminin en önemli özelliği, bu başvurular kapsamında AYM ve AİHM tarafından verilen kararların objektif etki göstermesi, yani bu başvurular kapsamında verilen kararların “emsal” teşkil etmesidir.
Bunun da anlamı, bu kararların iç hukuktaki her seviyedeki mahkeme için örnek ve bağlayıcı kabul edilmesi ve böylece aynı veya benzer nitelikteki diğer davaların artık AYM ve AİHM önüne tekrar gelmesine gerek kalmamasıdır.
Nitekim eğer aynı ve benzer davalar tekrar tekrar bu yüksek mahkemeler ve merciler önüne gelecekse ortaya çıkacak iş yükü ile baş etmek fiilen mümkün olmaz.
Eğer Türkiye’de ceza yargısı, özel hukuk yargısı ve idari yargıdaki tüm ihtilaflar hem de aynı tür hukuki sorunla tekrar tekrar AYM önüne gelirse zaten bireysel başvuru sistemi çöker. Aynı durum Avrupa bazında AİHM için de geçerli. Hiçbir mahkeme yüz binlerce dava ile baş edemez.
Bu nedenle AYM ve AİHM önüne gelen bir ihtilafı bir kez çözüp emsal nitelikte bir karar verince, iç hukuktaki her mahkeme (ilk dereceden temyiz merciine kadar) önündeki uyuşmazlığı bu emsal içtihat paralelinde çözecek ki sistem normal ve sürdürülebilir şekilde işlemeye devam edebilsin.
Hatta aynı durum AİHM’in çözdüğü emsal uyuşmazlık için AYM açısından da geçerli.