Gazeteci ve yazar Ahmet Nesin, henüz 13 yaşında babasının muhalif kimliği nedeniyle ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Yıllar sonra AKP’nin iktidara geldiği 2003 yılında bu kez kendi isteği ile Fransa’ya iltica etti. O günlerde “Türkiye ve dünyanın başına bir bela geldi ve henüz kimse bunun farkında değil. Farkına vardıklarında da iş işten geçmiş olacak” diyen Nesin, daha sonra Türkiye’ye dönse de yine sürgünde…
Nesin’in köşe yazılarının, televizyon programların ve YouTube yayınlarının merkezinde geride bıraktığı ülkesinde yaşanan hukuksuzluklar ve insan hakkı ihlalleri var. Özellikle 15 Temmuz’u irdeleyen söyleşileri ve yorumları çok izlenen Ahmet Nesin, Journalist Post için kendisiyle söyleşi yapan gazeteci Şemsi Açıkgöz’ün sorularını yanıtladı.
(Türkiye başta olmak üzere tüm dünyada gazeteci ve medya sorunlarını ele alan JournalistPOST, ilk sayısıyla okurların karşısına çıktı. International Journalists Association eV derneğinin yayına hazırladığı dergi, Türkçe’nin yanı sıra; İngilizce, Almanca ve Fransızca olarak basıldı. Derginin ilk yayın tarihi olarak 2 Kasım, “Gazetecilere Karşı Suçlarda Cezasızlıkla Mücadele Uluslararası Günü” olarak seçildi. Journalist Post’a; gazetecilerin kurduğu dernek, vakıf ve sendikalar, insan hakları alanında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları destek verdi.)
Türkiye’den ilk olarak 1971 Eylül’ünde ayrıldığını söyleyen Nesin, “12 Mart darbesi sonrası bilhassa okulda ve çevremde ciddi taciz yapılıyordu. Bir öğretmen sınıfta; babamın memleketin, benim de okulun içine ettiğimi söyleyince büyük tartışma ve kavga sonucu 13,5 yaşımda İngiltere’ye gittim.” derken, gittiği İngiltere’de de rahat etmediğini belirtiyor: “1977 yılında bu kez Britanya öğrenci derneğinin kongresinde bir okulun baş temsilcisi olarak yaptığım konuşmadan dolayı İngiltere’den sınır dışı edildim ve 2003 yılına kadar Türkiye’de kaldım.”
“TÜRKİYE VE DÜNYANIN BAŞINA BİR BELA GELDİ KİMSE BUNUN FARKINDA DEĞİL”
2003 yılında AKP iktidara gelince kendi isteği ile yurt dışına çıkmasını ve Fransa’ya iltica etmesini ise şöyle açıklıyor Nesin:
“2003 yılında AKP ve Erdoğan iktidarı dolayısıyla Fransa’ya iltica ettim. Başvuru gerekçemde Türkiye ve dünyanın başına bir bela geldiğini ve bunun henüz kimsenin farkında olmadığını ama vardıklarında da iş işten geçmiş olacağını söyledim. Fransa’da sınırsız oturuma sahibim. O yüzden ben 15 Temmuz darbe girişiminden sonra kaçmadım, burada oturum iznim vardı ve burada kalıyordum.”
“ERDOĞAN GERÇEK YÜZÜNÜ GÖSTERİNCE…”
Kendi öngörüsünden çok bunca demokratın, devrimcinin ve sosyalistin bunu görememesini anlamaya çalıştığını kaydeden gazeteci yazar Ahmet Nesin, Türkiye’nin demokratikleşme sürecindeki hayal kırıklıklarını şöyle sıralıyor:
“İlk olarak 12 Eylül darbesinin başbakan yardımcısı Turgut Özal demokrat olarak lanse edildi bu ülkeye. Bunun için merkez sağa ya da dindarlara gerek kalmadı, sol ve liberaller bunu çok iyi becerdi. Arkasından Tansu Çiller olayını yaşadık. Kadın diye hem feministler hem de demokratlar aynı hataya düştü ilk başlarda. Oysa bu siyasettir, cinsiyet üzerinden yürümemeliydi. Bununla kalsa iyi. Ülkücüler bir dönem cinayet işlemeye ara verdi diye Devlet Bahçeli’nin Türkeş’e göre demokrat ve şans olduğu yazılıp çizildi. Son olarak da Muhsin Yazıcıoğlu olayı oldu. Güya pişmanmış da kimi itiraflarda bulunacakmış. Bunu Hitler de yapabilirdi, ben bunca cinayetin af dilemesini asla kabul etmiyorum. Şimdi de Erdoğan gerçek yüzünü gösterince Demirel’in hakkının yendiği söyleniyor. Oysa onun koalisyonları dönemi en kanlı dönemlerden birisidir. Türkiye solunda garip bir anlayış var, devleti rencide etmeden sistemi değiştirmek istiyorlar, bu olanaksız.”
“ÖZELEŞTİRİ EĞİTİM MESELESİ, O SEBEPLE BİZİM İNSANLARA UZAK DURUYOR”
Son birkaç yılda gazetelere, televizyonlara, haber ajanlarına el konulması veya kapatılması ile ilgili olarak ise, “Her insan ya da kurum yanlış yapabilir. Dünyada bu böyledir ve ciddi öz eleştiri mekanizmaları vardır, ülkeler nezdinde bile özürler dilenir. Ama Türkiye gibi ülkeler ve yaşayanları hep haklıdır ve onların gündeminde özeleştiri hiç olmaz. Özeleştiri biraz eğitim ve okumakla eşdeğer olduğundan bizim gibi ülkelere ve insanlarına uzak duruyor.” yorumunu yapıyor Nesin.
“ÖYLE BİR DÖNEM GELECEK Kİ, ERDOĞAN VE YANDAŞLARI FAYİZM VAR DİYECEK”
Açıkgöz’ün, “2002’de Türkiye, dünya basın özgürlüğü sıralamasında 99. sırada idi. Şimdi 180 ülke arasında 154. sırada. Bu gerileme bir rejim değişikliği gibi görünmüyor mu?” sorusunu ise Ahmet Nesin şöyle yanıtlıyor:
“99’dan 154’e gerilemek Türkiye’ye faşizm geldi, başımızda bir diktatör var anlamına gelmiyor. Türkiye’deki bütün sorun sol dâhil olmak üzere 99. sıradayken Türkiye’de faşizmin olduğunu kabul etmek, ona göre mücadele etmektir. Öyle bir dönem gelecek ki, Erdoğan ve yandaşları Türkiye’de faşizm var diyecekler. Çünkü onlar da yargılanacaklar. Faşizm insanların yargılanması değil bunun nedenleridir. O zaman kime yapıldığından çok neden yapıldığı önemlidir. Biz bunu hiç düşünmüyoruz.”
“İKTİDARIN YARGILANMA KORKUSU ARTTIKÇA DİKTATÖR FAALİYETLERİ DE ARTAR”
“İktidar bilhassa kendi yargılanacağı zamanın yavaş yavaş yaklaştığını hissettiğinde yakalanma ve yargılanma korkusu artar ve bunu önlemek için daha da faşistleşir ve diktatör faaliyetleri artar. Erdoğan bunun en açık örneği. Gazeteci olarak da Nedim Şener. Nedim tartışmıyor, korkudan devamlı bağırıp hakaret ediyor. Bağırınca da biz çok korkuyoruz. Benim ödüm patlıyor Nedim’le karşılaşırım diye. Çünkü gerçekten vatan adına her şeyi yapabilir ve kendisini masum hisseder. Nedim gibiler cinayete çok meyyaldir.”
“HERKES NEDİM KADAR DİP NOKTAYA GELEMEZ”
Nesin, “Peki, herkes birer Nedim Şener mi olacak bu süreç böyle devam ederse?” yorumuna ise şu karşılığı veriyor:
“Sanmıyorum, herkes Nedim kadar dip noktaya kadar gelmez ama bizim mücadele sistemimizde bir romantizm olduğuna inanıyorum. Açıklaması zor ama incitmeden devrim yapılmaz ya da yapılmak istenenleri halk istemiyor ya da desteklemiyorsa da bunun adı devrim olmaz. O yüzden Mustafa Kemal bile yanlış tanıtılıyor. Şapka devrimi, harf devrimi, kadınlara oy hakkı, hangisi tabanın büyük ayaklanması sonucu oldu da buna devrim deniliyor. Bunlar devrim zannedilince devlete karşı da nazik bir mücadele çıkıyor ortaya. Mustafa Kemal o kadar kuvvetliydi ama esas devrim olabilecek olan toprak reformunu yapamadı. Sonrasında İsmet İnönü de yapamadı. Engelleyen kim, toprak ağası Adnan Menderes. Devrim birilerini daha doğrusu oligarşiyi incitmek demektir.”
“1,5 YAŞINDAKİ BEBEK BENİM DÜŞMANIM OLAMAZ”
2 Kasım Gazetecilere Karşı Suçlarda Cezasızlıkla Mücadele Uluslararası Günü hakkında da Nesin, “Olaya sadece gazeteci açısından bakmak başından beri söylediğim hastalık esasında. İçeride ölüme yakın yüzlerce hasta var ve benim için onların meslekleri önemli değil. Bir o kadar da bebek var. Ailesinin görüşü hiç de umurumda değil, bebek benim düşmanım olamaz. 1,5 aylık bebeğin fotosunu yayınladım ve ‘bilemedin 25 yaşındaki annesinin bebekle hapse girecek kadar ne suçu olabilir?’ yazdım diye kendini demokrat sananlar da saldırdı bana. Haksızlığın kime yapıldığı hiç umurumda değil, demokrasi mücadelesinde ayrım olmaz. Ama bizde oluyor.” ifadelerini kullanıyor.
“ERDOĞAN DAVA AÇIYOR, GENÇLERİN DEYİMİYLE ÇOK TA TIN”
Türkiye’de gazeteciliğin gerilemesi ve toplumun habersiz kalması ile ilgili yorumunda ise gazeteci yazar ahmet Nesin şu değerlendirmelerde bulunuyor:
“Toplumun bugüne değin seçtiği insanlara bakarsan anlarsın. Aldatacağına kuma getir diyen birisini doktor yapmış bu devlet. O doktora mesleği gereği mecburuz. O zaman Erdoğan’a demokrat diyen gazeteci ve akademisyenleri yadırgamamalıyız. Erdoğan, ‘Mersin-Anamur arasındaki tren hattını hızlı trene çevireceğim.’ dediğinde alkış almıştı Mersin’de. Biliyor musun? Mersin-Anamur arasında hiç tren hattı olmadı. Yani çevrilecek bir hat yoktu. Bu doktorlar, gazeteciler ya da akademisyenler bu insanlardan çıkıyor. Erdoğan her eleştiriye dava açıyor. bunu söylediğiniz için siz ayrıca açmasın… Şöyle cevap versem ayıp olur mu bilemedim… ama gençlerin deyimiyle ‘çok da tın’.”
KAYNAK: Journalist Post
International Journalists Association eV Derneğinin yayına hazırladığı derginin