Hayırlı uğurlu olsun...
İki kutup kıran kırana savaşıyor.
Birinci kutubu, ‘Evet, bu
belge gerçektir; daha önce böyle çok belgemiz oldu, bu belgeyi düzenleyenler çok ayıp ediyor’ diyenler; ikinci kutubu, ‘Hayır, bu belge sahtedir; Soros’un çocukları ve ikinci cumhuriyetçiler böyle sahte belgeler imal edip gözbebeğimiz ordumuzu töhmet altında bırakmaya çalışıyor’ diyenler oluşturuyor.
Üçüncü ve önemsiz addedilebilecek kutupta ise, ‘Belge gerçekse de kötü, sahteyse de kötü’ diyen ortayolcular yer alıyor.
Bunlar, çarşı karıştıktan sonra fikrini beyan edip hangi kutuba yatacağına karar verecek...
İşi bilen, ama işe de gitmeyen kesim bu...
Bir de tek başına
Ertuğrul Özkök’ün oluşturduğu bir kutup var ki; hafazanallah...
Hem öyle, hem böyle...
Hem nalına, hem mıhına...
Hem askerci, hem sivilci...
Ne yapmış, biliyor musunuz? İlk gün yazdığı ve belgeyi sızdıranlarla
servis edenleri ‘salaklık’la suçladığı sertlik dozu yüksek yazıdan sonra, dayanamamış,
Genelkurmay Başkanı
İlker Başbuğ’u aramış, ‘Hiç olur mu öyle şey Paşam, ordumuzu ne kadar çok sevdiğimi siz de iyi biliyorsunuz’ kıvamındaki sorularla belgenin gerçekliğini öğrenmeye çalışmış.
Sonra da (Paşa’dan aldığı ‘yerinde görüşler’in de yardımıyla), belgenin sahte olduğuna karar vermiş.
İlk günkü yazısını yorumlarken, ‘İnşaallah özür dilemek zorunda kalmaz’ demiştim.
İnternethaber’deki arkadaşlar, ‘Büyük fırsatı kaçırdın, özür dileyeceği belliydi; bunu ihtimale bırakmasaydın Özkök’ü çok iyi
analiz ettiğine hükmedecektik’ diye yazdılar...
Haklı görünüyorlar.
Fakat, oradaki ‘inşaallah’, aynı zamanda Özkök’ün ‘özür dilemeci’ bir tutum içine gireceği bilgisini mündemiçti. Yani, bu bilgiyi içeriyordu. Fırsatı kaçırmamışım gördüğünüz gibi; adamımı tanıyormuşum...
Hele, dün yazdığı ‘Önce korktum, sonra rahatladım’ başlıklı yazısı var ki, tam 12’den vuruyor.
Diyor ki, ‘Basının bir bölümü, kanaatlerini kesin yargıya çevirmiş, infaza bile başlamış:
Asker darbecidir...’
İnsanın, ‘değil midir?’ diyesi geliyor.
Değil midir Ertuğrul?
Bunca
karargah çıktısı... Bunca andıç... Bunca Emaysa planı... Bunca lahika... Bunca
psikolojik savaş belgesi... Bunca BÇG... Bunca
fişleme faaliyeti... Bunca e-
muhtıra... Bunca darbe günlüğü... Adına 27
Mayıs, 12
Mart, 12
Eylül, 28
Şubat denilen bunca darbe... Bunca muhtıra... Bunca Sıkıyönetim uygulaması... Bunca MBK... Bunca Silahlı Kuvvetler Birliği... Bunca
Mustafa Muğlalı... Bunca Fahrettin
Altay... Bunca Sıtkı Ulay... Bunca
Talat Aydemir... Bunca
Cemal Madanoğlu... Bunca Cemal Tural... Bunca
Namık Kemal Ersun... Bunca
Çevik Bir... Bunca
Erol Özkasnak... Bunca Şener
Eruygur...
Bu ‘çalışmaları’ kim yaptı?
Bu darbeler hangi ülkede oldu?
Bu muhtıraları kim verdi?
İsmi geçen zevat hangi ordunun müntesibiydi?
Bu gerçekler, (amiyane tabiriyle) ‘
kabak gibi’ ortadayken,
eleman kalkmış, belgenin sahte olduğunu kanıtlamaya uğraşıyor, ‘askeri
darbeci gösteriyorlar’ diye yüksek perdeden ‘şekva yazıları’ yazıyor...
Muhterem, ‘önce korktuğunu, sonra rahatladığını’ söylüyordu ya...
Ben de önce rahatlamıştım... Dünkü yazsını okuduktan sonra korkmaya başladım.
Korkulur böylelerinden.