Önceki gün Pertevniyal Lisesi’nde, eski bir Pertevniyal’li olan rahmetli Cemil
Meriç’i konuştuk.
Hilmi Yavuz, Ümit Meriç, Doğan Hızlan ve
Ahmet Kekeç (öhö...)
Doğan Hızlan ‘erkenden’ kaçtığı için, rahmetlinin dil ve üslup özelliğini anlatmak, ‘korsan panelist’ olarak fakire düştü.
Her zaman
bilge Hilmi Yavuz ve ‘dosdoğru istikamet’in insanı Ümit Meriç hoca da değindiler; Cemil Meriç ‘hususi’ bir dille yazıyordu; hakim, hükümran, otoriter ve aynı zamanda şiirli bir dil...
Hayır, Cemil Meriç’ten değil, o ‘hususi dil’den sözetmek istiyorum.
Bu dil kimliğimizdi aynı zamanda.
Bizi ‘biz’ yapan değerlerin toplamıydı.
Ünlü bir akademisyen (ismi lazım değil), bu ‘dil’in ihtisas liselerinde öğretilmesine karşı olduğunu, (ister Arap, ister Latin hurufatıyla yazılsın) bu dilin ‘son kertede’ din emperyalizmini yaygınlaştırdığını, bu dili öğrenip geçmişimizle buluşmamız halinde maazallah ‘laikliğimizi zedeleyebileceğimizi’ söylüyordu.
Böyle söylemiyordu da, demeye getiriyordu.
Bununla birlikte, ‘arı dil’ denilen şeyi başımıza bela eden ideolojik dönemlerin TDK’sına övgüler yağdırıyordu. Bir bilim dili olduğu açıkça görülen
Türkçe’ye itibarını iade ettiği için TDK’ya teşekkür etmeliymişiz.
Bunları söyleyen bir aydın. Bir Cumhuriyetçi. Bir laik. Üstelik, laikliği hem ‘
yaşam biçimi’, hem de ‘yüksek görgü’ sayan bir laik...
Rahmetli olsa, mutlaka, ‘Sen sadece dilini değil, idrakini de kaybetmişsin’ derdi.
Ben de diyorum ki, TDK Türkçesi’nin ‘bir bilim dili olduğu’ açıkça nerede görülmüş? Bu dille hangi bilimsel çalışmalar yapılmış? Kaç kitap yazılmış. Kaç tebliğ sunulmuş? Kaç konferans düzenlenmiş?
Bu dille, ancak, oturur ‘Anlatı Yerlemleri’ gibi bilimsel kitaplar yazarsın.
Hiç kimse anlamaz.
Hiç kimse anlamadığı için de, hiçbir değer ifade etmez.
Hayır, Tahsin
Yücel’den sözetmiyorum; gerçi o da TDK’cıdır, TDK saplantısı yüzünden güzelim romanı (‘Yalan’ı) okunamaz hale getirmiştir, Marcel Ayme ve Simenon’un canına okumuştur ama, ‘Anlatı Yerlemleri’ ve Tahsin Yücel olayına girersek çıkamayız.
Eski dille savaşanlar kervanına, son yıllarda, ünlü bir siyasetçimiz de katıldı.
Hani, aynı zamanda yazarı olduğu dergide ‘dolar yasaklansın’ görüşünü destekleyen bir yazı yazmış, ‘TL’ye serenat yapan Türk edebiyatının en ünlü ama en yeteneksiz şairine övgüler yağdırmıştı ya, o adam işte.
Bunlar bir de ‘
batı düşmanı’ oluyorlar, ‘ulusal değerleri’ savunduklarını iddia ediyorlar.
Hem batıya karşılar, hem de batıya karşı oluşu ‘irfan’la temellendiren
yerli entelijansiyaya karşılar.
Hani çağdaşlaşmak batılılaşmakla mümkündü? Hani tek üstün değer batıcılık, yegane
kalkınma modeli batılılaşmak ve ‘onlara’ benzemekti?
Hayır, aslında batılılaşmaya (ve ‘onlara’ benzemeye) değil, batının ‘demokratik standartlarına’ karşılar. Bunu da içi boş bir ulusalcılıkla kamufle ediyorlar...
Eski dilin emperyal bir hüviyete sahip olduğu doğru.
Hakim, hükümran ve otoriter bir dil olduğu da doğru.
İmparatorluğun diliydi çünkü. Rahmetli Cemil Meriç’in dediği gibi, bir cümbüştü, resimdi, şiirdi, müzikti.
Belki bir büyü...
Bu dil, (yine rahmetlinin ifadesiyle)
Avrupa’nın, hele türedi TDK Türkçesinin ‘dişi,
hasta kavramlarını,
hain endişelerini’ aksettirmezdi. Bağışlayıcıydı. Vicdana taalluk eden bir tınısı vardı.
Biz bu ‘dil’i kaybettiğimiz ve hayatın şiirinden uzak düştüğümüz için bedbahtız.
Onlar, bedbaht olmayı bilemedikleri için bedbahtlar...