İşte Ahmet Altan'ın ilk yorumu
Korkunç gece
Bir orduda “yetmiş generalden” oluşan bir cunta varsa büyük bir ihtimalle başka, belki de daha kalabalık cuntalar da vardır
Nasıl bir memlekette doğduysak, daha hayatı ilk anlamaya başladığımızda askerî darbe gördük, yaşama maceramızın sonuna yaklaştık gene askerî darbe var karşımızda.
Lanetli bir ağacın zehirli meyveleri konuluyor hep önümüze.
Bu ağacın toprağını değiştirmedikçe, bu toprağı havalandırmadıkça da bu zehirli meyveler hep büyüyecek, öyle anlaşılıyor.
Üstelik zehrin dozu da gittikçe artıyor.
Biz televizyonlarda komediye benzer bir şey izledik…
Bir yaz gecesi saat onu on gece Beylerbeyi’nde başlayan bir askerî darbe, herhalde darbeler tarihinde örneğine rastlanılmayacak bir iş.
O saatte Boğaz’da gezinti başlar, darbe değil.
Ama İstanbul’daki tuhaflıklar, köprünün bir yanını kesip öbür tarafını açık bırakma, havaalanının kapısına on kişi gönderme gibi acayiplikler sizi aldatmasın.
Korkunç bir gece yaşadı bu ülke.
Etkileri çok uzun zaman hissedilecek bir olay oldu.
İki yüze yakın insan öldü.
Bir ülke için olabilecek en korkunç iş geldi ülkenin başına, asker askeri vurdu.
“Asla kendi halkına, toprağına, camisine ateş açmaz” denilen subaylar Millet Meclisi’ni bombaladı.
Haberlere göre ayaklanmaya katılan yetmiş generalle, çoğu subay altı bin kişi tutuklandı.
Gazetelerden ve televizyonlardan öğrendiğimiz kadarıyla bir ordu komutanı, bir askerî şûra üyesi, Genelkurmay istihbarat dairesi başkanı, Cumhurbaşkanı’nın başyaveri ve epeyce tugay ve tümen komutanı bulunuyor yakalananlar arasında.
Bunların “Cemaatçi” olduğu söyleniyor, artık neredeyse resmîleşen isimleriyle “FETÖ”cüler.
Böyle zamanlarda her duyduğuma inanmam ama eğer bu adamlar Cemaatciyse, “dindar” olduğunu iddia eden insanlar bu alçaklığı yaptıysa, ülkenin geleceğine bu korkunç tohumu attıysa, bu ülke onları asla affetmeyecek… Ve affetmemeli.
Kim yaparsa yapsın böyle bir alçaklık affedilemez.
Ama bu adamların ilişkileri kanıtlarıyla topluma açıklanmalı.
“FETÖ”cü denilip geçilecek bir iş değil bu.
Yıllardır izlenen Cemaatçiler nasıl ordu komutanı oldu, nasıl Genelkurmay istihbaratın başına geldi, nasıl Genelkurmay Başkanı’nın özel kalemine atanabildi, nasıl Cumhurbaşkanı’nın başyaveri seçildi?
“Ordu dışında bir merkezden emir aldığı” söylenen bu adamlar ordunun içindeki merdivenleri nasıl tırmanabildi?
“Kırk yıllık mesele” deyip bırakamazsınız, son yıllardaki atamalar nasıl açıklanacak?
Yoksa ordu içindeki bütün karmaşık ve tehlikeli ilişkiler, “FETÖ”cü denilen bir paketin içine sokularak gözlerden saklanıyor mu?
Öyle yapılıyorsa, daha büyük tehditler gizlenmiş olur.
Şimdi işin daha da vahim boyutuna gelelim.
Hayatım boyunca artık sayısını bile hatırlamadığım kadar darbe ve darbe girişimi gördüm.
Ve bu gördüklerime dayanarak söyleyebilirim ki bir orduda “yetmiş generalden” oluşan bir cunta varsa büyük bir ihtimalle başka, belki de daha kalabalık cuntalar da vardır.
Darbe serisi bir kere başladığında kolayından durmaz.
Muhtemel felaketleri önleyebilmek için sormamız gereken ilk soru şudur:
Türkiye, ne oldu da böyle bir darbe ortamına girdi?
Daha beş yıl önce, artık bir daha darbe olmayacağına kesin olarak inanılmışken nasıl oldu da askerlerin birbirini vuracağı, iki yüze yakın insanın öldürüleceği, Meclis’in bombalanacağı bir ortama geldik?
2010’da “darbeler” bir daha tekralanmayacak şekilde sona erdirilmişken, 2016’da bu hayaleti yeniden hortlatan nedir?
Bu soruya gerçekçi bir cevap verilmezse, bundan sonra yaşayacaklarımız, yaşadıklarımızdan daha korkunç olacaktır.
Önceki günkü felaketin yaklaştığına dair daha önce çok söz söylendi, iktidar dikkatli olması için çok uyarıldı, insanlar yazılar yazdı.
Kimse aldırmadı.
Şimdi bir kere daha söylüyorum.
Bu ağacın toprağını havalandırmazsanız, daha büyük bir zehirli meyve düşecek önümüze.
Hiç kimse ama hiç kimse güvende olmayacak.
Siyasi bir iktidarın demokrasi ve hukuk yolundan sapması, bir ülkeyi canavarlarla dolu bir yola sokar.
Bir canavarı halledersiniz, bir başka canavar çıkar… Canavarlık da, canavarlar da bitmez.
Bu son alçaklık, bize aslında bir şans da sunuyor, kullanabilirsek.
Bir kavşaktayız.
Ya demokrasiden ve hukuktan uzaklaşan yolda ilerlemeye devam edeceğiz ya da demokrasiye ve hukuka döneceğiz.
Demokrasinin somut biçimini geçen gün hep birlikte izledik, Parlamentoda dört siyasi parti beraberce darbeye karşı çıktı.
Eğer parlamentoyu demokrasinin merkezi yapar, halkın seçtiklerinin anayasa ve yasalar çerçevesinde çalışmasını sağlar, parlamentonun yaptığı yasaların çiğnenmemesini bağımsız bir yargıyla denetler, seçilmiş hükümet anayasal görevini yerine getirerek bu yasaların çerçevesinde ülkeyi yönetirse, biz düze çıkarız.
Dört partinin parlamentoda birlikte darbeye karşı çıkmasının ne kadar güven verici ve ferahlatıcı olduğunu gördük, bu gördüğümüze sarılmamız gerekir.
Ama bunu yapmazsak, anayasayı dinlemez, parlamentoyu, yargıyı ve hükümeti devreden çıkaran bir yönetime saparsak gelecek korkunç olur.
Milyonlarca insanın birbirinden nefret eder hale geldiği bir ülkeden söz ettiğimizi unutmayın.
Bir uçurumun kıyısında konuşuyoruz bunları.
Bakın, bir insanın ciğerinde tümör varsa, bu tümör belli bölgelerin oksijen almasını engeller, orada mikroplar oluşur ve hastada zatürre görülür.
Zatürreyi tedavi edebilirsiniz.
Ama tekrarlar.
Her seferinde daha ağır tekrarlar.
Tümör de gittikçe daha büyür.
Sonucun ne olacağını söylemeye gerek yok.
Hastayı kurtarmak için o tümörü iyi etmelisiniz.
İyileşmenin başka bir çaresi yok.
Bugün AKP’lilerin en çok öfkelendiği insanlar, bu “tümörün” nasıl iyileşeceğini anlatan insanlar.
“Demokrasiyi ve hukuku korumalıyız” diyen insanlar.
AKP’liler “doktoru” hapse atmanın hastaya iyi geleceğini söylüyor, size o tümörü nasıl iyi edeceğinizi söyleyen insanları susturursanız, ciğerinizdeki tümör gittikçe daha büyür.
Darbeden sonraki ilk gelişmeler, Anayasa Mahkemesi üyelerinin, Yargıtay üyelerinin, Danıştay üyelerinin yasalara aykırı bir biçimde tutuklanması, tehditkâr nefret söylemlerinin yayılması, haber sitelerinin kapatılması ümit verici gelişmeler değil.
Bunlar tümörü büyütür.
Bu ülke, korkunç bir darbe girişiminden kurtuldu ama eğer o darbeyi yaratan ortamı değiştirmezsek, yeni belalar gelecektir.
Ortam değişmedikçe bu bela durmaz.
Yazık olur ülkeye.
Bu son şansı kaçırmayalım.
Demokrasiye, hukuka, parlamentoya sahip çıkalım.
Tek kurtuluşumuz bu.
Bir yazar olarak değil, bu ülkede çok olay görmüş, çok belaya tanıklık etmiş, çok yaş yaşamış bir adam olarak bu ükedeki bütün siyasetçilere sesleniyorum, demokrasiye ve hukuka sarılın, bunu yapmazsanız bir gün bu yazıyı hatırlarsınız ama çok geç olur.