Af var, tasarı var, ceza indirimi var, gel abi geeel!
Ali TURNA* | Samanyoluhaber
Bir umut yaşamak. Umut etmek, beklenti içinde olmak, yarına ait hayaller kurmak, yarın için yapılan tüm dileklerdir aslında, bugün yaşadıklarımızın amacı... Cezaevinde ise umut, beklenti bizi ayakta tutan tek bekleyişlerdi. Her sabah gelen gazeteler tek tek okunur ve siyasi suçlu olan bizlerin çıkışı da siyasi olacağı için, tüm haberlerden tüm köşe yazılarından bir umut bulmaya çalışırdık sebepler dairesinde.
Sebepler dairesi diyorum çünkü biz biliyorduk ki bizim yaşadığımız kaderdi ve çıkışımız da ancak kaderin sahibi olan Allah’ın izni ile olacaktı. Bu konuda inancımız sağlamdı ve sadece Allah’a dua ediyor, ona bel büküyor, ellerimizi ona kaldırıp dua ediyor ve yalnız ona yalvarıyorduk.
Ne x hâkimin kararı bizi mahkûm ediyordu ne de bu kalın demir parmaklıklı hapishane bizi hapsediyordu. Bizi tutan Allah’tı ve bu sürecin hayrını biz anlayamıyorduk. Belki ileride anlayacaktık.
Allah katında mutlaka bir sebebi vardı bu yaşadıklarımızın ve bize düşen sabretmekti. Ama biz de insandık ve sebepler dairesinde olabilecek her ihtimali kurcalıyor, her habere gayri ihtiyari kulak kabartıyorduk. Bu sebepten her gazetenin af tasarısı, ceza indirimi tarzı haberlerini ezberliyor hatta bazen kesip panoya asıyorduk.
Televizyonda biri afedersin dese, hemen herkes ekrana bakıp ne oluyor diye dikkat kesilirdi. Avukat görüşünden geri gelen arkadaşa tek tek bütün koğuş af tasarısı veya ceza indirimi var mı diye sorardı. Ve görüşten gelen arkadaş da muzip bir edayla, “Ne lazım, ne vereyim abime?” tarzında şakalarla hem yüzümüzü güldürür hem de anlatmaya başlardı.
İstisnasız tüm avukat görüşlerinden sonra aynı sorular aynı heyecanlarla sorulur ve aynı diyaloglar aramızda gel-git yapardı. Zaten artık belli bir zaman sonra da şaka konusu olmuştu.
Her gelen, “Ne vereyim abime, gel abi gel, af var, yasa var, tasarı var, gel abi geel.” diye bağırırdı koğuşa.
Kimisi kendini fena kaptırmış, farklı siyasi tezlerinden sonra üç aya kalmaz çıkarız diye kendi hikâyesini anlatıp dururdu.
“Avrupa Birliği şu kararı almış, AİHM’den döner bu dava eli kulağında, bu süreç daha sürdürülemez, sıra kendilerine geldi tasarı çıkar.” Fikirleri, içeride kaldığım süre zarfında hep konuşulurdu. Sanırım hâlâ daha konuşuluyordur da...
Kesinlikle af çıkmayacağını çok iyi biliyor ama bir ümit hep de kulak kabartıyorduk bu tip haberlere. Bazı, çok iyi bilen avukatların ümit pompalaması da bu sürece katkı sağlıyordu.
Seçim öncesi haziran ayı kantine çöp poşeti siparişi bile geçmişler af çıkacak diye, hatta eşyalarını da toplamışlar. O günden beri hep bir tarihler dolaşırdı,
“Yok ekim, olmadı kasım, ocakta biter bu iş.” gibi... “Adli tatil bitimi uygulanır.” “Meclis açılsın ilk tasarıymış.” gibi içi boş söylemler bize dayanma gücü verirdi. Yalan olduğunu biliyorduk. O beklenen tasarının taslağını görmüş olsak da, o tasarının hiç görüşülmeyeceğini de biliyorduk. Ama özgürlüğe olan susuzluğumuzdan ötürü, gel gör ki özgürlüğün yalan ihtimali bile hoşumuza gidiyordu.
Ne ekimler, ne kasımlar, ne aylar, ne yıllar geçti, biz beklemekten yosun tuttuk; zaman geldi geçti, üç aya biter derken üç yılı geride bıraktık. Kimimiz tahliye oldu dışarıda hâlâ bekliyoruz, kimimiz de tutukluluğa devam dendi içeride bekliyor. Biz masumduk, fakat kimsenin de umurunda değildik. Dualarımıza asıldık ve Allah’a, sadece Allah’a yalvarmayı asla bırakmadık.
Mahkeme dönüşü bir farklı oluyordu. Mahkemesinden gelen arkadaş çetele kâğıdıyla gelir, kim tahliye olmuş hangi mahkeme, kim ne kadar ceza almış bunları yazardı ve koğuşta hep beraber okurduk. Üç-beş kişi tahliye olunca hemen umutlanırdık.
Gelen arkadaş, mahkemenin nezaretindeki gözlemlerini, diğer koğuşlarda kalanların haberlerini falan hepsini bize getirir ve bize anlatırdı. Kiminde umutlanır, kiminde ise umutsuzluğa kapılırdık. Benim tahliye olmam, koğuşa bir ümit olmuştu. Kasım ayından beri hiç tahliye yoktu bana kadar ve altı aydır hapisteydim. Normalde hâkimler bir yıldan az kalanları tahliye etmiyordu. O yüzden benim tahliye olmam, koğuştakiler için umut olmuştu.
Koğuşta birinin mahkemesi varsa akşam 7’den sonra kapıda bekler, gelir gelmez tahliye ise sevinç çığlıkları ve alkışlarla uğurlardık. Fakat tutukluğuna devam ise sessizliğe bürünür, sessizliğin çığlıklarını dinler ve arkadaşın konuşmasını beklerdik.
Hüküm yiyip tutukluluğuna devam ise bir hüzün kaplardı koğuşu, arkadaşlar genellikle “hayırlısı” derdi, metanetle karşılardık durumunu ve o kişi yatakhanesine çekildiğinde yanına gidip teselli etmeye, acısını paylaşmaya çalışırdık.
Bir gün Umut abi geldi mahkemeden. 11 yıl 3 ay ceza almıştı ve hâkim, “ne kadar üye olsa da yönetici vasfı olduğuna inanıyorum.” diyerek en üst perdeden vermişti cezasını.
Bu abinin yanına, elime bir bardak çamaşır suyu alıp gittim. “Umut abi 11 yıl olsa katlanılır, fakat 11 yıl 3 ay abi bence al çamaşır suyunu iç gitsin.” diye ben acısıyla dalga geçince Umut abi ve diğer herkes başladılar gülmeye.
Samimiyetim vardı Umut abiyle ve o an en güzel teselli, ters psikoloji ile dalga geçmekti acımızla. Ne kadar üzüldüğümü çok iyi biliyordu o, ama o kadar acı yaşamıştık ki artık acımızla dalga geçmeye, acılarımıza gülmeye başlamıştık.
Zaten bir şey haddini aşınca, zıddına mukabil olurmuş. O kadar çok dibi görünmeyen, zamansız acılar yaşamıştık ki yeni acılar koymuyordu artık bize. Hatta çektiğimiz acılar, bizi Allah’a daha çok yakınlaştırıyordu.
Gene de her şeye rağmen özlüyorduk eşimizi, evimizi... Burnumuzda tütüyordu çocuklarımızın cennet kokusu... Ve bir gün bu süreç bitecek, katlanılmış her acının anısı zevk verdiği gibi, bu süreci de gülümseyerek anlatacaktık dostlarımıza...
*Yukarıda okuduğunuz satırların yazarı Türkiye'deki cadı avının kurbanlarından ismi bizde saklı bir esnaf. İçeride aldığı notları çıkınca yazdı ve bu notların her gün bir bölümünü Samanyoluhaber.com'da yayımlıyoruz.
YARIN: 18 ay önce söylediğin yalan benim 17 ayıma, eşime ve çocuklarıma mal oldu
İletişim: [email protected]