Meslek hayatım boyunca '
Polisteki F
tipi yapılanma' haberlerini ve muhtelif liste savaşlarını gördüm.
O yüzden Hanefi
Avcı'nın kitabı benim için
sürpriz değil. Muhtemeldir ki yenileri de gelecek.
Yıllardır bu alanda çalışan bir gazeteci olarak az buçuk
emniyet camiasını tanıdığımı düşünüyorum. O yüzden Avcı'nın kitabına gelmeden temel bir sorunu ve aslında işin özünü not edelim.
Emniyet Teşkilatı'nın
terfi ve atama sistemi
sakat.
Şöyle ki; askeri liseye giren öğrencinin bir gün
Genelkurmay başkanı olacağını hayal etmesi gibi polis kolejindeki her polis adayı da bir gün il
emniyet müdürü hatta üç büyük ilden birinin emniyet müdürü olmayı hayal eder.
Fakat ortada bir de fiziki şartlar var. Polis, terfi alıp yükseldikçe
koltuk sayısı azalıyor. Sonuçta 81 il var. Daire başkanlıkları da toplasanız il sayısının yarısı. Müfettişlikler de ekleseniz 'birinci sınıfa terfi etmiş emniyet müdürlerinin yarıdan fazlası eski adı APK olan 'kızak göreve' atanmak zorunda.
Böyle olunca da özellikle birinci sınıfa terfilerden sonra atanmalarda acımasızca bir
rekabet başlıyor. Bu rekabette 'Fethullahçı olmak' gibi 'her derde deva' bir itham var. Eğer rakibinizi ekarte etmek istiyorsanız en iyisi bir yerlerde hazırlanan 'F tipi listelere' dahil ettirmektir.
Hanefi Avcı'nın kitabında da bu listelerin ne kadar uydurma olduğunun örneği var.( sf. 421)
Ergenekon'dan
tutuklu Adil Serdar Saçan'ın da 'F tipi listelerde' olduğunu düşünürseniz söz konusu listelerin ciddiyetini kavramak mümkün.
'Emniyette zinhar Fethullahçı yoktur' demek mümkün değildir. Çünkü bu
teşkilat 'toplumun kopyası'. Ağırlıklı olarak
Anadolu insanı ve milliyetçi-muhafazakâr. Ama
Alevi ve sıkı solcu müdürler de var.
Yani poliste de
Gülen'i seven, fikirlerini takdir eden, siyasi görüşü farklı olsa da eğitim faaliyetlerine
destek olanlar vardır. Fakat Avcı'nın abartarak anlattığı türden bir örgütlenme yoktur. Olsaydı bunca senede ortaya çıkardı.
Kaldı ki Avcı'nın 'Sabri Abi' dediği eski
İstihbarat Daire Başkanı
Sabri Uzun 2005'te devletin kritik bir birimine hitaben hazırladığı raporda "Teşkilatta F tipi yapılanma yoktur" demişti.
Kitaba gelirsek...
Avcı'nın 'anılarını' kitaplaştırdığı biliniyordu. Hatta kızakta ya da açığa alınmış başka müdürlerin de kitap çalışması yaptığı biliniyor.
Kitabın zamanlaması birkaç nedenle ilginç. Avcı'nın
Ankara başta olmak üzere büyük illerden birine müdür olmak istemesi 31 Temmuz kararnamesi ile boşa çıktı.
Zaten kitabın genelinde hissedilen bir 'kırgınlık-kızgınlık' hali var. Belki de son kararnameden sonra 'teşkilatta geleceğinin kalmadığını' düşünmüş olabilir.
Kaldı ki kitabında da detaylarını anlattığı iki olaydan sonra
AK Parti ile arası açılmıştı. İddialara göre yaptığı bir
operasyon Abdulkadir Aksu'nun oğluna uzanmıştı. ( sf. 417)
Emine Erdoğan'ın da adının karıştığı bir başka telekulak skandalı (sf. 420), Edirne'de Roman Derneği'ne
hediye ettiği televizyondaki dinleme sistemiyle ilgili
mahkeme kararının olmaması da Ankara'da rahatsızlık nedeni oldu.
Yani Avcı'nın asıl ayrışması hükümetle oldu.
Kitabın ilk 400 sayfası anılarına ayrılmış. 'İdealist polis şefi' havasında. Kendine olan özgüveni ve 'daha iyi makamlara layık olma' beklentisi hissedilir şekilde görülüyor.
İkinci bölüm ise 'cemaat' başlığı altında ve açıkçası
fırtına da orada kopuyor. Çünkü çok ağır ithamlarda bulunuyor.
Danıştay'ı, Ergenekon'u,
JİTEM'i,
Kozmik Oda'yı, Baykal'a
kaset olayını ve tartışmalı tüm konuları bir kalemde aklıyor ve 'Hepsi cemaatin işi' diyor.
Kitabın muhtelif yerlerinde '
Eskişehir'de olduğum için uzağım amaÖ' diye başlayan cümleler var. Ergenekon'dan bahsederken (sf. 338) "Ergenekon ve Ergenekon'dan yargılananlar hakkında çok şey bildiğimi söyleyemem" deyip 'Ergenekon diye bir örgütün olmadığı' sonucuna çıkıyor.
Erzincan ve
Cihaner olayında da benzer durum var. Erzincan olayını 'gazetecilerden takip ettiğini' (sf. 509) söylüyor. 510. sayfada Cihaner'in kanunsuz işlerini sıralıyor. 518. sayfada da
Alay Komutanı Gençoğlu'nun
gözaltı işlemindeki
Erzurum savcısının talebine uymayan yerel savcıyı arayıp
tebrik ediyor. Yani konularla bu kadar yakından ilgili.
585. sayfada
Ankara Emniyet Müdürü Orhan
Özdemir ile ilgili olarak 'Olayın ne olduğunu bilmiyorum ama...' diye başlayıp 'Bunu da kesin cemaat yapmıştır' diyor.
Avcı'nın kitabında da açıkça görülen bir kırılma anı var. Şöyle ki kitapta da anlatıldığı üzere 'muhafazakâr' bir isim Hanefi Avcı. Hatta Gülen ile görüşmüş, cemaatin evlerinde kalmış.
Yakın zamana kadar da derin çetelerle, kirli ilişkilerle mücadele içinde. Tüm gazeteci camiası bilir ki konuya duyarlı meslektaşlarımıza çarpıcı bilgileri paylaşan isimlerin başında geliyor.
Kaldı ki
Susurluk, JİTEM ve Ergenekon'la ilgili savcılara verdiği bilgiler herkesin malumu.
Güvenlik bürokrasisinde ekipçilik ve ekoller önemlidir. Ekipler birbirini kollar, gözetir ve aralarında
dayanışma üst seviyededir.
Kitapta net bir şekilde gözüktüğü şekliyle Avcı'daki kırılma anı başta Emin
Arslan ve Sabri Uzun olmak üzere yakın ekibi-ekolündeki isimlerin görevden uzaklaştırılması ya da haklarında açılan soruşturmalar.
Avcı da
Emin Arslan, Sabri Uzun, Mustafa Gülcü ve Faruk Ünsal ile yakın çalışıyordu. Onların açığa alınmaları, haklarında davalar açılmasını 'cemaate' mal ediyor. Kitabı da bu kızgınlıkla yazdığı düz
okuma yapınca bile anlaşılıyor.
Kaldı ki akıllara ziyan bir denklem de kurmuş. Avcı'ya göre tüm
özel yetkili savcılar, mahkemeler,
itiraz mahkemeleri,
Yargıtay,
Adli Tıp ve bilumum kuruluşların hepsi birden 'cemaatçi' ve
Balyoz, Ergenekon, Danıştay ve
Kafes diye bir olay yok.
Oysa kendisiyle Eskişehir'de, Eskişehir-
Beşiktaş maçının devre arasında yaptığımız sohbette çok farklı şeyler söylüyordu.
Eğer, Hanefi Avcı birtakım hesapların içine girmemişse yazdıklarından kendisi de rahatsız olmuştur. Çünkü Susurluk kahramanı, JİTEM'i, kirli yapıları deşifreye çalışan, darbecilere karşı dik duran Hanefi Avcı şimdi Susurluk Komisyonu'nda suçladığı
Veli Küçük'ü,
Cemal Temizöz'ü, Çetin Doğan'ı, Levent Ersöz'ü, Levent Bektaş'ı,
Alparslan Aslan'ı, Doğu Perinçek'i, Yalçın Küçük'ü,
İlhan Cihaner'i aklamış oldu.
Bunu yaparken de kendisiyle, kamuoyunun tanıdığı Hanefi Avcı'yla derin bir çelişkiye düşüyor.
Kitabında çok ağır ithamlarda bulunuyor ama hepsi 'duyum' ve 'tahmin' üzerine bina edilmiş. Avcı'nın 'Bütün bunlar cemaatin işi' derken 'şüphesi yok' ama 'delili de yok.'