ABDULLAH AYMAZ -SAMANYOLUHABER.COM
Halk arasında “yıldız kayması” diye tabir edilen gök taşlarının atmosfere çarpmasıyla meydana getirdikleri manzaralar için Tekvînî âyetleri okuyan çeşitli dillerinin ebedî tercümanı olan Kur’an, bu gerçeği şöyle beyan eder: “Biz dünya semasını (yere en yakın ve yıldızların gezegenlerin vasıtasız olarak görünebildiği gök yüzünü) lâmbalarla tezyin edip donattık. Onların bir kısmını şeytana atılan mermiler yaptık.” (Mülk Suresi, 67/5)
Yükü bir kar tanesi olan küçücük bir melek ile güneşte vazife gören büyük bir melekler olduğu gibi, denizlerde mini mini bir semek (balık) ile koskocaman balina balıkları vardır. Yıldızların da gayet muhtelif fertleri vardır. Gerçi gök yüzünde parlayan her şeye yıldız denilir. Âyette ifade edildiği gibi bunlardan bir kısmı o güzel gök yüzünü bezeyen ziynetleri ve gizli ağacın nurlu meyveleri o okyanusun yüzüp tesbih eden balıkları hükmündedir. Cenab-ı Hak onların küçük bir nevini de şeytanlara taşlamak için mermiler yapmıştır. Atılan bu gök taşlarının üç mânası olabilir:
Birincisi: Hayır ve şer mücadelesinin en geniş dairede dahi cereyan ettiğine bir işaret ve bir semboldür. (Yani ey insan senin içinde akyuvarlar nasıl mikroplarla ve zararlı şeylerle mücadele ediyor ise, göklerde de melekler kayan yıldızları ve meteorları şeytanlara atmakla mücadele ediyorlar. Öyleyse sen de sana düşman şeytanlarla ver nefs-i emmare ile mücahede ve mücadele etmek zorundasın…)
İkincisi: Göklerde, daima uyanık nöbetçiler, Allah’a itaatkâr sakinler vardır. Yeryüzünden gelecek şerlilerle bir arada bulunmaktan ve onların kendilerini dinlemelerinden hoşlanmayan meleklerden Allah’ın askerleri vardır. Düşen meteorlar, bu gerçeğe tercüman olan işaret fişekleridir.
Üçüncüsü: Yeryüzündeki şerlerin ve kirli işlerin temsilcileri olan gökleri de kirletmekten ve yerde onlarla haberleşen daha başka habis ruhlar, insandan şeytanlar, büyücüler, falcılar, kâhinler adına casusluk yapmaktan alıkoymak için, göklerin kapılarından geri püskürtmeleri gerekir. Kayan yıldızlar veya düşen göktaşları, işte buna hizmet eder. (On Beşinci Söz’den bazı tasarruflarla)
Bu hususla ilgili Sâffat Suresi’nde şöyle buyrulmaktadır: “Biz dünya semasını (arza en yakın semayı) yıldızlarla süsledik. Ve orayı her türlü şeytandan koruduk. O şeytanlar Mele-i Âlâ’ya (Allah’ın emirlerini alıp gereken yerlere ulaştıran meleklerin bulunduğu yüce âleme) yükselip dinleyemezler ve her taraftan bombardımana tutulurlar. Dinlemeye kalksalar kovulup atılırlar. Hem onlar için devamlı bir azap vardır. Ne var ki, içlerinden birisi bir söz kırıntısı kapmayı başarırsa derhal yakıcı ve delici bir şahap onu kovalar.” (37/6-10)
Semâdaki melekler ile oraya çıkmaya çalışan ve aynı zamanda kulak hırsızlığı yapmaya teşebbüs eden yerin şerli ve maddeleri şeffaf yaratıkları arasındaki mücadelenin, yerden gözlemlenebilecek bir işareti olması gerekir. Cenab-ı Hak, nasıl ki, sonsuz bahar mucizelerine yağmuru işaret koymuş ve harika sanatlarına zâhiri sebepleri alâmet yapmış, öyle de gökleri, etrafında nöbetçiler dizilmiş burçları süslü bir kale veya bir şehir hükmünde göstermek ve bütün yerdeki (insan ve cinnî) ve göklerdeki (melek ve ruhânî) ahâlinin dikkatlerini çekerek Rabbülâlemîn olarak haşmeti üzerinde tefekküre sevketmek için göklerde cereyan eden yüce mücadeleye de bir işaret koymuştur. İşte bu işaret halk arasında yıldız kayması olarak anılan meteorlardır ki, yüksek kalelerin en sağlam burçlarından atılan mancınıklar ve işaret fişeklerine benzeyen gök taşları, göğün sakinleri bekçileri melekler tarafından söz hırsızlığı için oralara sokulan şerli şeytanlara fırlatılır ve onları yakıp kül eder…
Atmosfer hadiseleri içinde göklerdeki bu ulvî mücadeleyi ilan için daha münasip bir başka hadise mevcut değildir. Onun için bu önemli olay, Hz. Âdem Aleyhisselamdan beri, Allah’ın bildirmesiyle böyle bilinip böyle kabul edilmektedir. Bizim beş duyu ile görmemiz, işitmemiz, dokunmamız, koklamamız, tadmamız sınırlıdır. Bilhassa gaybî âlemlerde olanları bilip anlamamız daha da sınırlıdır. Onun için gaybî şeyleri inkar etmek de bir cehalettir. O gaybın habercileri olan Peygamberlerin getirdikleri haberlere iman ederiz. İman ile hem Cenab-ı Hakkın, isimlerini ve sıfatlarını öğrenir, Marifetullah ile ilim-irfan sahibi olur, hem Muhabbetullaha yönelir hem de zevk-i ruhânî ile cuş-u huruşa geliriz. Öte taraftan gaybî âlemler hakkında, cennet-cehennem, melek-ruhânî konusunda bilgiler edinmiş oluruz. Maddeden başka hiçbir şeye inanmayanlara gelince, onların akılları gözlerindedir. Maddî göz ise mâneviyatta kördür. Zaten mahşerde de onlar kör olarak hasredeceklerdir. Onun için yıldız kaymalarının gerçek hikmetini anlamaları da çok zordur, hatta imkânsızdır…