ABDULLAH AYMAZ- SAMANYOLUHABER.COM
1992 yılı Mart ayında, M. Fethullah Gülen Hocaefendinin tavsiyesiyle başta Türkî Cumhuriyetlerde olmak üzere Orta Asyada yeni yeni bağımsızlığa kavuşan ülkelere, sevgi okulları açma maksadıyla görüşmeler yapmak için Hacı Kemal Erimez ile Sadettin Başer birlikte yola çıkarlar. Büyük ümitler ve dualarla çıkılan bu tarihi yolculuğa Sadettin Başer’den dinleyelim:
“Azerbaycan’dan başladık. Hacı Kemal Ağabey, belki şekerinden belki fıtratından dolayı bazan asabî olabiliyordu. Ben çocuk değilim, yani 47 yaşındayım. Ne pahasına olursa olsun bu tarihi yolculuğa Hacı Ağabeyi üzmeden tamamlamam gerekir diye bir azimle çıktım. İlk durak Azerbaycan ama, orada herşeyi yiyemiyoruz. O zamanlar, yani 1991 senesinde her taraf bomboş, hiç bir şey yok, lokanta diye bir şey yok. Onun için Türkiye’den zeytin, peynir, tereyağı, bal gibi yiyecekler getirtip onlarla idare ediyoruz. Onları ben taşıyordum sürekli. Bütün yemeğimiz bu kahvaltılıklardan oluşuyordu çoğu zaman. Bazen çarşıdan pazarda domates, salatalık gibi bir şey bulursak alıyorduk. Ramazan da girdi bu işin içerisine tam bir ay. Ramazan ayında tabiî… Allah bize tahammül verdi. Bir gün Hacı Kemal Ağabey dilini gösterdi, bembeyaz. ‘Ağabey gitmeyelim bu vaziyette; oturalım, akşam iftar yapalım, sonra gideriz’ dedim. ‘Oradan Milli Eğitim Bakanı’na telefon ettiriyorsun oğlum!’ dedi. ‘Ölsem ne olur? Allah böyle bir fırsat verdi. Bir daha bu ele geçmez. Tarihi fırsat bu. Cenab-ı Hak şu kadar zaman kapıları açtı, bizi de Allah bu iş için görevlendirdi. İkimiz bu işi takip ediyoruz, vazifeliyiz sanki. Onun için sen hiç aldırma. Allah büyüktür, bir şey olmaz.’ dedi. Yürüyoruz, tam yolun ortasında nefesi kesildi, kalbi tuttu. Oruçtan dolayı aç, şekeri var, tansiyonu var. Beti benzi bembeyaz kesildi; sapsarı, bir tuhaf oldu. Herkes bize bakıyor. Dilaltı hapı vardı, çıkardım bir tane koydum dilinin altına. Öldü yani, ayakta duran cansız bir meta gibi. Sonra biraz kendine geldi. Kaldığımız oda yedinci katta, asansör de yok. Baktım Kemal Ağabey iki iki çıkıyor merdivenleri. Önüne geçtim, biraz da şaka yollu çıkıştım: ‘Ağa bir dakika, sen ne yapıyorsun böyle! Yolda ölüyorsun az daha, biraz yavaş yürü, kalbin var!’ ‘Ya oğlum bir an evvel gidelim geç kalmayalım. Vakit dar, belki bir bakana filan gideriz.’ dedi. Yani böyle heyecan fırtınası bir adamdı.
“Otelde aynı odada yatıyoruz. Yoruluyoruz tâbi, değişik bir iklim, değişik bir yer. Problemler var, canımız sıkılıyor, moralimiz bozuluyor, bazı şeylere. Adam gece bir bakıyorum kalkmış yatağın içerisinde hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Ondan sonra diyor: ‘Ya Rabbi buralara geldik, bizi boş gönderme. Bizim konuşmalarımızı insanların kalblerine gönüllerine sevdir.’ Böyle ağlaya ağlaya dua ediyor.”
“Kırgızista’da Dışişleri Eğitim Sorumlusu Çınara Hanımla görüştük. Önce okul teklifimize çok sıcak bakmadı. Tercüman vasıtasıyla anlattıklarımız pek tesirli olmadı, daha doğrusu hiçbir karşılık beklemeden okul açıp eğitim hizmeti vermemize şüpheyle yaklaştı. Bunun üzerine Hacı Kemal Ağabey, tercümanı aradan çıkarıp kendisi anlatmaya başladı. Heyecanından bütün vücudu titriyordu. Biraz konuşunca kendini tutamadı dakikalarca ağladı. Onun bu samimi hâli Çınar Hanım’ı çok etkiledi. Teklifi kabul etti. Ayrıca Çınara Hanım, Tacikistan Dışişleri Eğitim Sorumlusu Abdürreşit Raşidov’u arayıp bizden bahsetti: ‘Okul açmalarına yardımcı olursanız sevinirim’ dedi. Raşidov bizi,Tursunzade’deki Milli Eğitim Yetkililerine gerekli talimatı vererek havele etti. Orada bizi karşılama görevi bir okul Müdiresi olan Senginay Balteveya Hanıma verilmiş. Biz gelmeden bir grup öğrenci ile karşılama töreni için hazırlık yapmış. Törene katılacak çocuklara saatlerce ‘Merhaba, hoş geldin.’ gibi Türkçe kelimeleri talim etmiş. Bunları duyunca Hacı Ağabeyin gözleri yaşardı.
“Tacikistan’dan Türkmenistan’a geçtik. Bizi hava alanında Milli Eğitim Bakanı adına Bakan Yardımcısı Nur Saof Bayromov karşıladı. Öbür gün sabahleyin saat dokuzda randevuya gittik. Onlardan dört-beş kişi, bizden Kemal Ağabey ve ben karşılıklı oturduk konuşuyoruz. Türkçeleri farklı, anlaşılmıyor. Anlaşılabildiği kadar konuşma oldu. Adam kalktı, ‘Bir kızıl bayrak gitti, yeni bir kızıl bayrağa ihtiyacımız yok!’ dedi. Kemal Ağabey o kadar şey anlattıktan sonra Kemal Ağabey baktım ağlamaya başladı. En son ‘Tamam tamam açalım okulu, sakin ol’ dedi.
“Uğradığımız ülkelerin Milli Eğitim Bakanlarını hep Türkiye’ye davet ediyorduk… Bunlardan Kırgızistan Milli Eğitim Baka Çınara hanım yanında birkaç yetkili ile birlikte Türkiye’ye gelmişti İstanbul Fatih Kolejine uğradılar. Okulun temizliği, tertip ve düzeni heyetin takdirin topladı. Özellikle sıraların pırıl pırıl olması Bakanı’ın dikkatini çekti ve Hacı Kemal Ağabeye ‘Bu sıraları yeni mi aldınız?’ diye sordu. O ‘Hayır, bu sıralar beş-on yıllık sıralar’ deyince Bakan çok şaşırdı. ‘Nasıl olur; Bizim okullarda öğrenciler sıraları karalıyor, bıçakla kazıyıp çiziyor, tahrip ediyor. Bu sıralarda ise çizik bile yok.’ Dedi. Hacı Kemal Erimez, bu okullarda öğrenciye sadece bilgi verilmediğini, aynı zamanda güzel ahlâk kazandırıldığını, öğretmenlerin öğrencilerine her bakımdan örnek olduğunu anlattı… Daha sonra Çınara Hanım uçağa binmek üzere Hacı Kemal Ağabeye veda ederken ‘Hacı Ata çizik yok!’ dedi. Hacı Ağabey de el sallayıp ‘Çizik yok’ diye cevap verdi.”
İşte yurt dışındaki okullar, böyle sıkıntı ve gayretlerle açılmaya başladı. Şimdi bir de bu süreçte olanlara bakalım…