ABDULLAH AYMAZ
Kahramanmaraş ve Malatya zelzelesinden sonra haberleri seyrederken Malatya’nın çiçek açmış kayısı bahçelerinin görüntüleri ile karşılaştım… Bu durum bana Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin Yirmi Altıncı Lem’a Risalesi’nin On Üçüncü Rica’sını hatırlattı. Diyor ki: Birinci Dünya Harbi’nde Rus’un esaretinden kurtulduktan sonra, İstanbul’da iki üç sene Dârü’l-Hikmet’i İslâmiye de dinî hizmet beni orada durdurdu. Sonra Kur’an-ı Hakîmin irşadı ile ve Gavs-ı Azam Abdülkadir Geylânî Hazretleri’nin himmetiyle ve ihtiyarlığın uyandırmasıyla, İstanbul’daki hayat-ı medeniyeden usanç ve şaşaalı hayat-ı ictimâiyeden bir nefret geldi. Dâü’s-sıla tabir edilen vatan arzusu hissi beni vatanıma sevk etti. Madem öleceğim, vatanımda öleyim diye Van’a gittim.
“Her şeyden evvel, Van’da Horhor denilen Medresemin ziyaretine gittim. Baktım ki, sâir Van haneleri gibi onu da Rus istilasında yakmışlardı. Van’ın meşhur kalesi ki, dağ gibi yek pâre taştan ibarettir; benim medresem onun tam altında ve ona bitişiktir. Benim terk ettiğim yedi sekiz sene evvel, o medresemdeki hakikaten dost, kardeş, enîs talebelerimin hayalleri gözümün önüne geldi. O fedâkâr arkadaşlarımın bir kısmı hakiki şehid, diğer bir kısmı da o musibet yüzünden mânevî şehid olarak vefat etmişlerdi.
“Ben ağlamaktan kendimi tutamadım. Ve kalenin, tâ medresenin üstündeki, iki minare yüksekliğinde, medreseye nâzır tepesine çıktım, oturdum. Yedi sekiz sene evvelki zamana hayâlen gittim. Benim hayâlim kuvvetli olduğundan beni o zamanda hayli gezdirdi. Etrafta kimse yoktu ki, beni o hayalden çevirsin. Çünkü yalnızdım. Yedi sekiz sene zarfında gözümü açtıkça bir asır zaman geçmiş kadar bir tahavvülât görüyordum. (…) Van’ın bütün Müslümanlarının haneleri tahrip edilmiş, gördüm. Benim kalbim en derinden sızladı. O kadar rikkatime dokundu ki, binler gözüm olsaydı, beraber ağlayacaktı. (…) Ruhum ise, düşman vaziyetini alan hadsiz belâlara karşı bir nokta-i istinad ararken; ruhta ebede kadar uzanan hadsiz arzuları tadmin edecek bir medet isteme noktası ararken; o hadsiz firak ve iftiraktan, tahrip ve vefattan gelen hüzün ve gama karşı teselli beklerken, birden Mucize beyan Kur’an’ın ‘Göklerde ve yerde ne varsa, Allah’ı tesbih eder. Onun kudreti her şeye galiptir ve hikmeti her şeyi kuşatır. Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Dirilten de O’dur, öldüren de. O her şeye hakkıyla kadirdir.” (Hadîd Suresi, 1-2) âyetinin hakikati tecelli etti. O rikkatli, dehşetli, hüzünlü hayalden beni kurtardı, gözümü açtırdı. Baktım ki, meyvedar ağaçların başlarındaki meyveleri tebessüm eder bir tarzda bana bakıyorlar. ‘Bize de dikkat et, yalnız harabe yerlere bakıp durma!’ diyorlardı. Bu âyet-i kerimenin hakikati böyle ihtâr ediyordu ki:
“Van sahrasının sayfasında misafir olan insanların eliyle yazılan ve şehir suretini alan sun’î bir mektubun, Rus istilası denilen dehşetli bir sel belâsına düşüp silinmesi neden seni bu kadar müteessir ediyor? Asıl Mâlik-i Hakiki ve her şeyin Sahibi ve Rabbi olan Ezelî Nakkaş’a bak ki, bu Van sayfasında, mektupları, tam bir şa’şa ile, eski zamanda gördüğün vaziyeti yine devam edip yazılıyorlar. O yerler, boş, harap, hâli kalmış diye ağlamaların Mâlik-i Hakîkisi’nden gaflet ve insanları misafir tasavvur etmemekten ve mâlik zannetmek yanlışından ileri geliyor.
“Fakat o yanlışlıktan ve o yakıcı vaziyetten bir hakikat kapısı açıldı. O hakikati tam kabul etmeye nefis hazırlandı. Evet, nasıl ki, bir demir ateşe sokulur, ta yumuşasın, güzel ve menfaattar bir şekil verilsin, öyle de, o hüzünlü hâl ve dehşetli vaziyet ateş oldu, nefsimi yumuşattı. Kur’an-ı Mucizü’l-Beyan, yukarıda zikredilen âyetin hakikatiyle, imanî hakikatın feyzini tam ona gösterdi, kabul ettirdi.
“Evet, herkesin imanının kuvveti nisbetinde inkişaf eden öyle bir dayanma noktası, ruha ve kalbe verdi ki, o vaziyetin dehşetinden yüz derece ziyade korkunç, zararlı musibetlere karşı gelebilir bir kuvveti, Allah’a imandan verdi. Öyle ihtar etti ki: ‘Senin Yaradanın olan şu memlekettin Hakiki Mâliki olanın emrine her şey âmadedir. Her şeyin dizgini O’nun elindedir. O’na intisap edip bağlanman yeter.
“O Hâlıkıma dayanıp tanıdıktan sonra, düşman suretini alan bütün her şey düşmanlıklarını terk ettiler, ağlatan hazin haller beni neşelendirmeye başladılar. Bana bu Risaledeki güzel tesellileri hatırlatan, bu kadar harabiyetten sonra, Malatya’nın kayısı bahçelerindeki ağaçlarda açan, tebessüm eden güzel çiçekler… Cenab-ı Hak bu çiçeklerle bize bir teselli mesajı veriyor… Kıymetini bilelim.