"Ya şehitsin, ya hain...
Bazı cisimler vardır, aralarında doku uyumsuzluğu göze çarpar. Gülen Cemaati ile PKK için böyle bir durum söz konusu. Ama buna rağmen, artan terör eylemlerini Cemaat'e bağlama gayretlerini görüyoruz.
Diyarbakır'ın Bağlar ilçesindeki operasyonu kastederek, Tayyip Erdoğan, “Son günlerde şehit sayısındaki artışın sebebi, paralel yapıya yakın polis ve askerlerdir” deyiverdi. Sözde paralelciler, istihbarat paylaşımında sorun çıkarıp yetkilileri yanıltıyormuş. PKK'ya karşı 15 Mart gecesi operasyon kararı alınmış. Bir gün önceden teröristler hendek kazıp barikatlar kurmuş. Erdoğan “Paraleller sızdırdı” diyor. Peki bunun bir delili var mı? Aynı yolsuzluk operasyonlarında ya da MİT TIR'larında olduğu gibi, vur abalıya.
“Paralel ihanet” iddialarını başkaları takip etti. Meselâ, PKK'lı canlı bombanın Işık evlerinde kaldığı ileri sürüldü. Ele geçen bir de mektup mevcut. Düzmece olduğu buram buram kokuyor. İnsan “Nerede o eski andıçlar” diyor. Tabii askerlerin bir kurmay zekâsı vardı. 28 Şubat sürecinde, daha tertipli iftiralar atmışlardı. Şemdin Sakık'ın sözde itiraflarına dayanarak, bazı gazetecileri, bazı politikacıları, dernek başkanlarını, hatta doğrudan siyasi partileri PKK ile ilişkili göstermişlerdi. Sabah gazetesi ile Hürriyet'e bunu yutturmayı başardılar. Her iki medya kuruluşu da, haberi, 8 sütun manşete çekti. Mevcut iftiracılar ise anında yakalanıyor.
Diyarbakır Bağlar'daki operasyonun paralelciler tarafından açığa çıktığı iddiasından sonra, “kayyım” kadrosundan Hürriyet'e atanan Abdülkadir Selvi, Gever'deki bir operasyon bilgisinin Dicle Haber Ajansı'na (DİHA), operasyon başlamadan 25 gün önce sızmasını da paralele bağladı. Bunu da, PKK ile Cemaat'in iş birliği olarak sundu. Oysa DİHA'nın haberine bakarsanız, Hakkâri Valisi başkanlığında düzenlenen toplantıda alınan kararların, Yüksekova'daki bütün kamu kuruluşlarına gönderildiğini görürsünüz. Sadece İl Jandarma Komutanı'na, İl Emniyet Müdürü'ne, Komando Tugay Komutanlığı'na, 3. Piyade Tümen Komutanlığı'na değil. İl Eğitim Müdürü'ne, İl Sağlık Müdürü'ne, Çevre ve Şehircilik, Telekom, Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlerine, Hakkâri Kamu Hastaneler Birliği Genel Sekreteri'ne, Yüksekova Karayolları Bölge Şube Şefi'ne, Kızılay Hakkâri Şube Başkanı'na, “Operasyon tedbirleri” adı altında bu bilgiler iletilmiş. Sızmasından daha doğal bir şey olabilir mi? Neredeyse operasyon, 25 gün öncesinden davulla zurnayla duyurulmuş!
Selvi, Cemaat'i suçlamadan önce, güvenlik görevlilerinin ve Vali'nin, herkesle bu malûmatı paylaşmasını eleştirmeli. Ama, hükümet ile yandaşları buna gerek görmüyor ki! Nasıl olsa her şeyin sorumlusu bir günah keçisi var! Kaldı ki, istihbarat alınsa bile değerlendirilemediği, süratle tedbir alınamadığı, Emniyet'in büyük bir atalet içinde olduğu ortada. Meselâ, Ankara Garı katliamı günü, 10 Ekim sabahı, İstihbarat Daire Başkanlığı, Terörle Mücadele Daire Başkanlığı'na, canlı bomba Yunus Emre Alagöz ile Hacı Yusuf Kızılbay ve Mehmet Işık'ın eylem hazırlığında olabileceğine ilişkin istihbarat bilgisi göndermiş. Yunus Emre Alagöz'ün ağabeyi Abdurrahman Alagöz, 20 Temmuz 2015'te Suruç katliamındaki canlı bomba. Aile tanınıyor. Suruç öncesi (Mayıs ayında), Yunus ile kardeşi Yusuf'un takibe takılan konuşmaları da var. O konuşmalardan, “Cennet nimetleri için kendilerini patlatmaya hazır” bir grubun varlığı, bu kişilerin Adıyaman Dokumacılar hücresinden olduğu ve bölgede IŞİD örgütlenmesini gerçekleştirdiği de biliniyor. Buna rağmen, hem Suruç hem de Ankara Gar katliamını yaşadık.
Öyle acı bir tabloyla karşı karşıyayız ki… Cemaat yaftası yapıştırılarak Doğu'ya sürgün edilen birçok polis memuru, şehit oluyor. Gözyaşları içinde cenazesini kaldırıyorlar. Ama ölmeyip yaşamaya devam ederse, bu defa “Operasyonu sızdırdın, yeterli istihbaratı vermedin” diye “hain” ilân ediliyor."