Kürt sorununun birbiriyle çelişkili iki cephesini bir arada görmek için bundan daha iyi fırsat olur mu?
Bir yanda, BDP çizgisindeki isimlerin etkisindeki Demokratik Toplum Kongresi'nin gündeme getirdiği, öz savunmadan bölgesel meclise, ikili resmî dil talebinden ayrı bayrağa ileri demokratik talepler.
Diğer yanda Kürtçü hareket içinde önemli yer tutan
PKK/BDP çizgisinin en kritik kararlarının perde arkasına dair tarihî ifşaatlar. Bir yanda
demokrasi talebi, diğer yanda demokrasi karşıtı çevrelerle ilişkiler.
PKK'dan 6 yıl önce ayrıldıktan sonra Osman
Öcalan ve Kani Yılmaz'la Yurtsever Demokrat Partisi'ni (PWD) kuran ve halen Irak'ta yaşayan
Nizamettin Taş'ın Habertürk'e söyledikleri, zaten var olan soru işaretlerini doğrular nitelikte.
Botan kod adıyla
terör örgütünde 20 yıl silahlı grupları yönettiği söylenen Taş, "2004 kongresinde Öcalan'ın avukatlarının askerî helikopterle
Kandil'e getirildiğini" söylüyor. Örgütün bu kongresi ve 2004 tarihi çok önemliydi. Çünkü bu tarihte PKK, Öcalan'ın yakalanmasından sonra durdurduğu terör
eylemlerini başlatma kararı almıştı. Ayrıca bu karar ile
AK Parti'ye karşı
darbe hazırlıkları arasında büyük paralellik vardı. İşte bu dönemde silahı reddederek PKK'dan ayrılan Taş, PKK'nın, "bilerek ya da bilmeyerek"
Türkiye'deki derin yapının ya da
Ergenekon'un
hizmetine girdiğini söylüyordu: "Derin bir yapı PKK'yı, AK Parti'yi düşürmek için kullandı."
Açıklamalar bununla sınırlı kalmadı. Öcalan'ın eski avukatları Mahmut Şakar ile
Ahmet Zeki Okçuoğlu da Taş'ın anlattıklarını doğrular nitelikte konuştu. Star'a konuşan Şakar, Öcalan'ın mektuplarının Kandil'e askerin izniyle gittiğini söyledi. Okçuoğlu ise Yeni Şafak'a, "Ergenekon darbeye hazırlanırken, Apo'ya ateşkesi kaldırttı." dedi.
Bir zamanlar PKK'ya yakın isimlerden gelen bu açıklamalar için muhataplarından bir
cevap gelmiş değil. Sadece Nizamettin Taş, PWD'nin web sitesinde ifadelerine dönük şöyle bir düzeltme yaptı: "Benim 'avukatlar helikopterle Kandil dağına geldiler' tarzında bir belirlemem yoktur... Avukatlar Kandil dağına helikopterle değil, ancak askerlerin izni dahilinde
Habur gümrük kapısından giriş yapıyorlardı. Bunu avukatların da inkâr etmeyeceğini umuyorum."
Röportajın ses kaydı var mı? Bu düzeltmeye ne diyorlar bilmiyorum. Ancak konunun özü fazla değişmiyor. Nitekim Taş açıklamasında, 'PKK'nın aldığı savaş kararının militarist güçlere hizmet ettiğini ve son dönem eylemlerinin şaibeli olduğunu öteden beri savunduğunu' söylüyor.
Anayasa Mahkemesi Başkanı'na suikast, Taksim'de 50 kişiyi öldürecek bombalı eylem, AK Parti'ye yarayacağı için Kandil'deki teröristlerin iade edilmemesi gibi fikirlerin konuşulduğu Hudson toplantısının deşifre olmasından sonra bu açıklamalar insanı çok da şaşırtmıyor. Ama yine de hem söyleyenler hem söylenenler çok vahim.
Şimdi birileri kalkıp, bu isimlerin birer
hain olduklarını, sözlerine itibar edilmemesi gerektiğini söyleyebilir. Zayıf bir ihtimal de olsa, diyelim ki Taş, Okçuoğlu ve Şakar'ın iddiaları mesnetsiz. 2004 yılının önemine dair, bu ifşaatlar gibi özel ilişki, istihbarat desteği vesaire gerektirmeyen, herkesin çıplak gözle göreceği başka bir gerçek var. O da 2004 yılının, Türkiye'de AB heyecanının dorukta olduğu, üyelik sürecine
toplumun yüzde 70'lerin üzerinde
destek verdiği ve müzakerelere başlamanın şartı olan
Kopenhag Kriterleri'ni yerine getirmek için AK Parti hükümetinin reform üstüne reform yaptığı bir dönem olduğu gerçeği.
Bütün Türkiye, tüm kesimler için demokrasi ve özgürlükleri genişletecek bu sürece
yardım ederken, Kürtlerin haklarını savunduğunu ileri süren PKK'nın yeniden savaş kararı alması çok tuhaf değil mi?
Diyarbakır'da toplanan Türkiye'nin aydınları en ileri talepleri gündeme getirsinler. Çünkü demokrasi ve fikir özgürlüğü, sadece makul ve ortalama görüşlerin değil, 'hoşa gitmeyen, sarsıcı ya da rahatsız edici' fikirlerin de konuşulması demek. Ancak aynı çevrelerin, bizzat Kürt hareketi içinden dile getirilen şaibeleri ve nice cevapsız soruyu da aynı şiddetle sorgulaması gerekmiyor mu?