AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen hafta Güney Afrika’da gerçekleştirilen BRICS Zirvesi’ne katılması, ABD ve Avrupa Birliği ile ilişkileri kötü giden Türkiye’nin küresel arenada yeni ittifaklar aradığına dair görüşleri güçlendirdi. DW Türkçe’ye konuşan uzmanlara göre, konjonktürel olarak Batı bloğu ile sorunlar yaşayan Türkiye’nin dünyada yeni ticari ve siyasi işbirliklerine kapı aralaması doğal. Ancak uzmanlar, Türkiye’nin uzun vadeli çıkarları açısından ABD ve AB ilişkilerinin daha önemli olduğu görüşünde.
Erdoğan 25-27 Temmuz tarihlerinde Güney Afrika'nın Johannesburg kentinde gerçekleştirilen ve "İslam İşbirliği Teşkilatı Zirve Dönem Başkanı" sıfatıyla ilk kez özel davetli olduğu 10. BRICS Zirvesinde BRICS ile ortak hareket edebilecekleri mesajını vermiş, BRICS Kalkınma Bankası ve İş Konseyi ile Türkiye'deki kurumlar arasında işbirliği tesis edilebileceğini belirtmişti. Erdoğan ayrıca, Hazine ve Maliye Bakanlığı ile BRICS Kalkınma Bankası arasında devam eden üyelik görüşmelerinin de kısa zamanda sonuçlanmasını umduğunu ifade etmişti.
Dünya ekonomisinin dörtte biri
Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika Cumhuriyeti’nin İngilizce isimlerinin baş harflerinden oluşan BRICS, hızla gelişmekte olan bu ülkelerin dünya ticaretindeki yerini ifade eden, 2006’da kurulmuş bir yapılanma. Dünya ekonomisinin yaklaşık beşte birini oluşturan BRICS ülkeleri, dünya nüfusunun da yüzde 40'ını teşkil ediyor. Bu da yaklaşık 3 milyar insan demek.
Dünyadaki maden rezervinin yüzde 60’ına sahip olan, toplam tahıl üretiminin yüzde 40’ını gerçekleştiren BRICS, 2015’te merkezi Şangay olan ve toplam sermayesi 100 milyar dolar olan bir "ortak banka" kurdu. BRICS ülkeleri dünya ticaretindeki ağırlığını daha da güçlendirmeyi amaçlıyor.
Türkiye-BRICS yakınlaşmasını DW Türkçe’ye değerlendiren Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) Ticaret Araştırmaları Merkezi Direktörü Bozkurt Aran, BRICS'in her şeyden önce NATO, AB, ya da çok taraflı uluslararası kuruluşlar gibi bir yapılanması bulunmadığına işaret ediyor.
“Yapısal örgütlenme amacı yok”
BRICS veya Meksika, Endonezya, Güney Kore, Türkiye ve Avustralya’nın oluşturduğu MIKTA gibi yapıların çoğu konuda benzer yaklaşımlara sahip ülkelerin işbirliklerini geliştirmek için kurdukları farklı yapılanmalar olduğunu dile getiren Bozkurt Aran, “Bu tür işbirliklerinde yapısal örgütlenme amaçlanmıyor. BRICS’in de daha etkin ve kurumsal bir yapıya dönüşme hedefi bulunmuyor. Ama uluslararası gündemde böyle oluşumların ortaya çıkmasının nedenlerinin de irdelenmesi gerekir” diye konuşuyor.
Avrupa ve ABD’nin bazı gelişmiş ülkelerle 70 yıl önce oluşturduğu küresel düzenin bir değişim sancısı yaşadığının altını çizen Aran’a göre, bu değişim sancısı son yıllarda giderek zenginleşen bazı ülkeleri yeni küresel düzende daha güçlü yer almak için işbirliğine itiyor.
"ABD ve AB'nin alternatifi olamaz”
Transatlantik ilişkilerinin gevşemesi, AB’nin kendi sorunları sonucunda önemli ölçüde yumuşak gücünü kaybetmesi ve ABD'nin küresel gücünün Çin tarafından tehdit edilmesinin dünyada pek çok dengeyi değiştirdiğini belirten Aran, “Ancak BRICS, MIKTA, ASEAN gibi örgütlenmeler, Türkiye'nin transatlantik ilişkilerinin alternatifi olamaz. Bu işbirlikleri Türkiye'nin gelecek beklentileri için yetersizdir. BRICS gibi oluşumlarda abartılı beklentilere girmek doğru değildir” diyor.
Türkiye’nin dış ticaretinin coğrafi olarak çeşitlenmesinin AB ile ilişkileri ticari bakımdan olumsuz etkilemediğine de vurgu yapan Aran, “Ancak esas olan bu pazarlarda kalıcı olabilmek ve rekabet gücüdür. Bu özelliklere sahip bir ekonomi AB ile daha sağlam ilişki zemini kurmak isteyecektir” diye konuşuyor. Bununla beraber oluşmakta olan küresel mimaride önemli aktör olmaya aday bu ülkelerle her türlü işbirliğinin geliştirilmesi gerektiğinin altını çizen Aran, şu değerlendirmelerde bulunuyor:
"Küresel mimarinin değişim gösterdiği günümüz koşullarında, olası yeni düzen arayışlarında etkin rol oynayacak bu ülkelerle yakın ilişki Türkiye bakımından yararlıdır. Ancak ortak hedeflere varmak sadece BRICS gibi muğlak yapılanmalar içinde pek mümkün değil. G20 üyesi olarak belirli bir ekonomik ve siyasi büyüklüğe sahip ve bölgesel bir güç olarak önemli bir ülke olan Türkiye’ye gösterilen ilgi, bu davetlerde belirleyici bir faktör oluyor. Türkiye'nin transatlantik kurumlarına dâhil olmakla beraber imparatorluk geçmişinden gelen birikimi ile farklı yaklaşımları diğer önemli aktörlerin dikkatini çekiyor. Bu özgün yaklaşım nedeniyle görüşleri aranan bir ülke olması doğal.”
"Türkiye, denge kurmak istiyor”
Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Başekonomisti Dr. Zümrüt İmamoğlu da, DW Türkçe’ye yaptığı açıklamada, küresel düzen içerisinde Türkiye’nin kendine has bir yeri olduğuna işaret ediyor. Son dönemde AB ile sorunlar yaşayan Türkiye’nin dünyadaki farklı kesimlerle temas kurmasını "yeni bir kulübe üye olmak" şeklinde yorumlamamak gerektiğini kaydeden İmamoğlu, “Türkiye’nin AB ile Gümrük Birliği ilişkisinin yanı sıra Asya ülkeleri ya da Güney Amerika ile de kurmak istediği dengeler var. Elbette dünya siyasetinde ve ticaretinde yeni gruplaşmalar ortaya çıkabilir. Bu ortamda Türkiye’nin stratejisi tüm pazarlarda payını artırmaya çalışmak olmalı. Bir tarafa kaymak değil, daha genel perspektifle hareket edilmeli” diye konuşuyor.
"Dünyada şu anda çok fazla yerinden oynayan taş var ve küresel dengeler değişiyor” diyen Dr. İmamoğlu, Türkiye’nin bu gelişmeleri kendi açısından ele alması gerektiğini ve herhangi bir ülke grubunun içinde yer almadan önce kendi konumunu güçlendirmeye odaklanmasının daha önemli olduğunu ifade ediyor. İmamoğlu, “BRICS ile ilişkilerin gelişmesi ve hatta üyelik, Türkiye’yi AB’den uzaklaştıracak bir adım olarak görülmemeli. Böylesi bir ilişkinin tam tersine dünya dengeleri açısından tamamlayıcı bir etki yapacağı da görülmeli” diyor.