Türkiye ve Avrupa Birliği (AB) en azından bir konuda hemfikirler: sığınmacılarla ilgili 18 Mart 2016 tarihli mutabakatın uygulanışı konusunda anlaşamıyorlar. Bu anlaşmazlık Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dün Brüksel’deki temaslarıyla da giderilemedi.
Giderilmesi de aslında beklenmiyordu. Erdoğan, AB’nin gerçek anlamda karar vericileri olan devlet ve hükümet liderleriyle değil, sadece AB Konseyi Başkanı Charles Michel ve Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile bir araya geldi. AB kaynakları görüşmenin “samimi” bir havada gerçekleştiğini söylüyor. Fakat kulislerde, AB üyeliğine aday bir ülkenin değil, üçüncü bir ülkenin lideriyle görüşüldüğü izlenimi hakim.
Toplantıdan somut bir sonuç çıkmadı. Bu da bir sürpriz değil. Erdoğan’ın basın toplantısına katılmaması görüşmenin olumsuz geçtiği şeklinde yorumlandı. Michel ve von der Leyen’in görüşme sonrası basına yaptıkları açıklamanın da 10-15 dakikayla sınırlı kalması bu kanıyı güçlendirdi. Ancak Erdoğan’ın "iki taraf arasında gerginliği daha da tırmandırmamak adına” basın toplantısına katılmadığına dair değerlendirmeler de yapılmakta.
Esasen iki taraf da ortamın sakinleşmesinden yana. AB de Ankara da her ne kadar 16 Mart mutabakatının uygulanışıyla ilgili ayrı vizyonlara sahip olsalar da gerginliğin düşürülmesinden yana tavır sergiliyorlar. Bu amaçla mutabakatın uygulanışı konusunda iki tarafından diplomasi şefleri, Josep Borrell ve Mevlüt Çavuşoğlu, özel bir misyonla görevlendirildi. Borrell ve Çavuşoğlu, beraberlerindeki teknik ekiplerle beraber önümüzdeki haftalarda bir “yol haritası” oluşturmaya çalışacaklar. AB bu adımla, Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon krizi nedeniyle Temmuz 2019’dan bu yana Ankara’yla dondurmuş olduğu üst düzey diyaloğun önünü yeniden açmış oluyor. Bu adım AB kulislerinde dün Brüksel’de “AB’nin aldığı yegane siyasi yükümlülük” olarak gösteriliyor.
AB kanadı, Ankara’yı, "sığınmacıları Avrupa'ya karşı baskı aracı olarak kullanmakla” suçlamaya devam ediyor. Yunanistan’la tam dayanışma içinde olduğunu söylüyor. Ayrıca Türkiye’deki sığınmacılar için ek finansal kaynak konusu da şimdilik rafa kaldırılmış durumda. Almanya’nın teşvikiyle bu konu geçen hafta gündeme gelmiş olsa da diğer AB ülkeleri bu fikre henüz sıcak bakmıyor. Avrupa Komisyonu’nun 500 milyon Euro’luk ek kaynak üzerinde çalıştığı haberleri şimdilik bir söylentiden ibaret.
Brüksel’deki görüşmede sadece sığınmacılar değil Suriye’nin yeniden inşasında Avrupalıların oynayacağı rolün de gündeme geldiği belirtilmekte. AB’nin Suriye krizinde askeri rol oynama olasılığı bulunmuyor. AB bununla birlikte Suriye denklemine dönmek ve ülkenin geleceğinde, özellikle yeniden inşasında rol almak istiyor. Ancak ön şart olarak ülkede siyasi geçişin gerçekleşmesini istiyor.
Ankara 18 Mart mutabakatının güncellenmesi ve gümrük birliği, vize serbestisi gibi alanları da kapsayacak şekilde uygulanmasını istiyor. Bu bakış açısı Avrupa kulislerinde “gerçekçi” görülmüyor. Avrupa Parlamentosu’nun “ılımlı” nitelenebilecek Türkiye raportörü Nacho Sanchez Amor dahi “sığınmacılar konusunun Türkiye’nin AB katılım süreci, vize serbestisi ve gümrük birliği konularıyla karıştırılmamasını” söylüyor.
AB’nin önde gelen ülkelerinin, AB içindeki siyasi konjonktür nedeniyle vize serbestisi ve gümrük birliği konularında adım atmalarının en azından yakın gelecekte “zor olduğu” yorumları yapılıyor.
AB-Türkiye Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Sergey Lagodinsky ise AB hükümetlerinin sığınmacıların Avrupa genelinde “adil” biçimde paylaştırılmasını sağlayacak bir formül üzerinde çalışmalarından yana. Avrupa Parlamentosu Yeşiller Grubu üyesi olan Lagodinsky, ülkesi Almanya’nın bu konuda “öncü” olmasını ve “bir insani koridor oluşturarak verdiği sözden daha fazla sayıda sığınmacı kabul etmesini” istiyor. Fakat AB’nin “Orta Avrupa” kanadı bu fikre sıcak bakmıyor.
Sığınmacılar konusunda ortak hareket edemeyen AB içinde devletler “gönüllü koalisyon” adı altında hareket etmeye başladı. Almanya, Fransa, Portekiz, Finlandiya ve Lüksemburg Yunan adalarında bloke olmuş 1500 çocuğu paylaşmaya hazır olduklarını bildirdiler.
Sergey Lagodinsky , AB’nin, İdlib’deki “insani felaketi” önlemek amacıyla Suriye’de “savaş suçu” işlediğini söylediği Rusya’ya baskı yapmasını da istiyor ve ekliyor: “Umarım Recep Tayyip Erdoğan dış politikasının Kremlin’e doğru yönelmesinin stratejik bir hata olduğunu anlamıştır. Türkiye ve AB birbirlerine bağımlıdır ve sığınmacıların insani planda korunması, insan hakları ve hukukun üstünlüğü merkezli yapıcı bir işbirliğine geri dönmelidirler.”