Hasan Naci'nin Vedası-2
Bir önceki yazımızda Pakistan’dan gelen bir mektubun bir bölümünü aktarmıştık. Bugün de devamını sizlere takdim edeceğim:
Almanya konsolosluğuna giden arkadaşlardan serinletici bir haber gelmişti. Konsolosluk Türk öğretmenlerinin yaşadıklarını medyadan öğrenmişti. Televizyonlarda Pakistanlıların arkasından ağladıkları bu mefkure muhacirlerine vize verebileceklerini ve ülkelerinde misafir edebileceklerini söylemişlerdi. Bu civanmertlik karşısında bir nebze de olsa yüreklere su serpilmişti.
Hey gidi günler diyeceksiniz demişti bu yolun kutlu rehberleri ama nerde ne zaman ve nasıl olacağını hiç düşünememiştik yıllar öncesi. Meğer Yaşanacak Günler O günlermiş… Ülke ülke gezip o şehir senin, bu okul benim, bu hizmet hepimizin deyip koşturulan hicranlı Pakistan Günleri. Ayrılırken ağlayan Pakistanlı öğrenci ve velileri görünce “iyi ki yaşadık” dediğimiz günler.
Hey gidi günler o konsolosluk senin, bu elçilik benim, benim deyip bu vefalı “Anadolu Sevdalıları”na gidebilecekleri bir ülke aradıkları günler. Meğer ne tatlı günlermiş deyip hayırla yad edecekleri çileli Pakistan günleri...
Hasan Naci henüz yedi yaşındaydı. Şu kısacık yedi yaşına yaşanmış nice hikayeler sığdırmayı babası sayesinde başarmıştı. Onun babası ömrünü eğitime adamış kutlu bir yolun yolcusuydu. “Bu adam Benim Babam” derdi dağlardan büyük deyip bu günleri hey gidi günler deyip hayırla hatırlayacak elbette. “Ağlama benim Babam, ağlama nacar babam, Karagün geçer Babam, bir kapıyı kapayan Gene acar Babam hey hey….” derken dünyanın neresinde, kaç yaşında olacak Allah bilir.
Anadolu’da ekonomik krizin olduğu 90 yıllar yaşanmaktaydı. Yozgat’tan göç etmiş bir babanın oğlu olan Ali bey İmam Hatip Lisesi'nde okumaktaydı. Herkes gibi onunda sevdaları geleceğe ait hayalleri vardı. Kabına sığmayan bir mizaca sahipti.1994 yılına gelindiğinde Rusya dağılmış ve bir anda onlarca yeni devlet ortaya çıkmıştı. Türkiye’den bu ülkelere eğitim seferberliği başlamış akın akın nice genç eğitim sevdalısı hizmet için yollara düşmüştü. Kabına sığmayan Ali beyde bu sevdaya kapılanlar arasındaydı. Allah benim gibi bir mücrime de bu kutlu yolculuğu nasip eder mi ki diye dertleniyor dua dua yalvarıyordu.
Ve bir yaz günü kutlu müjdeyi almıştı. Üniversite okuması için Moğolistan’dan çağrı vardı. İyi de burası neresiydi, kimler yaşar ve hangi dili konuşuyorlardı? Diye başlayan sorular zihnini kurcalayan onlarca soru vardı. Bu ülkede yaşayan İnsanlar olduğuna göre bu soruların ehemmiyeti yoktu. Moğolistan’daydı üniversiteye başlamıştı. Zaman şu gibi akıyordu. Moğol balalarla dört yıl ne çabukta gelip geçmişti.1999 yılında İngilizce bölümünü bitirerek yağız Moğol balalarının kaldığı yurda müdür olmuştu. 2001 yılında kendisi gibi bir sevda peşinden koşup Moğolistan’a gelmiş ve üniversiteyi burada bitirmiş olan Fatma hanımla evlendiler. Moğolistan’ın geniş bozkırların da yüzlerce Moğol gencine yıllarca hizmet etme mutluluğunu beraber yaşadılar. 2005 yılında ilk çocukları Ahmet Sami dünyaya geldi.
Doğum için Türkiye zorunlu bir tercih olmuştu. Moğolistan’da sağlık hizmetleri henüz yeterli değildi. Derken ikinci çocukları olan Hasan Naci 2009 da dünyaya teşrif edecekti Ali bey ve Fatma hanım tam 19 yılını Moğolistan’ın aydın geleceği için harcamıştı. İçlerinde zerre miktar pişmanlık ifade eden bir şey düşünmemişlerdi. Derken 2013 yılında canları gibi sevdikleri bu bozkırlardan ayrılma vakti gelmişti. Gelirken haritadan yerini dahi bilmedikleri bir yer olan Moğolistan’da sevgilerini ve sevdikleri dostlarını gözü yaşlı bırakarak gidiyorlardı.
Şimdi bambaşka bir coğrafya ve bambaşka bir yere yelken açmışlardı. Artık Kardeş ülke Pakistan’daydılar. Çocuklar büyümeye başlamıştı. Hasan Naci henüz dört yaşındaydı. Olanların farkında değildi. Ahmet Sami ise arkadaşlarından ayrılmanın hüznü duyuyordu. Yavaş yavaş gurbetin, hasretin ne demek olduğunu anlamaya başlamıştı. Ali bey ve ailesi ilk zamanlarda Pakistan’a alışmak için çok zorlandı. Hele Ahmet ve Naci’nin İngilizce bilmemeleri büyük bir sorun oluşturmuştu. Ahmet Sami yeni yeni arkadaşlıklar kurmaya başlamış, İngilizceyi de ilerletmişti. Bu sıkıntılı günlerin arefesinde Ahmet Sami ve Hasan Naci’ye dünyalar tatlısı bir kız kardeş gelmişti.
Mayıs ayında Ali beyin eşi Fatma hanım doğum yapmıştı. Efendimiz (sav) emanetlerinden ikisinin ismi bu muhacir ailede buluştu. İki erkek çocukları bulunan bu mutlu aile Zehra ismini vermişlerdi.
Ali Bey kanepede hala oturuyor bütün bunları sükutun çığlıkları içinde düşünüyordu. Çünkü o bir babaydı, hem de muhacir bir baba dünyasını iki çantaya sığdırmış mefkure muhaciri bir baba...
Hasan Naci bir gün bunları anlayacaktı, ama o daha çok küçüktü. Onun dünyası bunları kavrayacak kadar geniş değildi. Ali Beyin sevdiklerine bir sözü vardı. Ülke, ülke diyar diyar gezip desen desen kilimlere ilmek ilmek, nakış nakış sırlar dokuyacaktı. Bu sırları ise ancak anlayanlar okuyacaktı. Hasan Naci de büyüyecek bir gün bunları anlayacaktı. Evet bizimde sevdiklerimize verdiğimiz bir sözümüz var. Allah (cc) ve O’nun sevgili Rasulü (s.a.v.) için yollardayız. Dili, rengi ve dini farklı olan coğrafyalarda kilim dokuyup sevdamızı nakış nakış işleme azmindeyiz. Bizim sırlarımızı ise ancak ve ancak anlayanlar okuyacak. Hasan Naci daha çok küçük. Elbet bir gün büyüyecek mefkure muhaciri olacak…
Ebu Abdurrahman