“Önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığı süre içinde fazla şeyler yapabilmektir. Bu nedenle ben, erken gitmeyi normal karşılıyorum.” Deniz Gezmiş, babasına yazdığı son mektupta bu satırları kaleme alıyordu.
Tarih 6 Mayıs, 1972. Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nde üç sehpa kurulmuştu. Deniz Gezmiş (25), Yusuf Aslan( 25), Hüseyin İnan (23) sabaha karşı asılarak hayata veda ettiler.
12 Mart (1971) muhtırası sonrası ülkeyi Nihat Erim başbakanlığında bir ara rejim hükümeti yönetiyordu. Cumhurbaşkanı asker kökenli Cevdet Sunay, Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler, Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Celal Eyiceoğlu’ydu. Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay mensuplarının çoğu, Menderes’i yargılayan hâkim-savcılardan seçilmişti. Üniversiteler ve basında da 27 Mayısçıların ağırlığı vardı.
Demokrasinin üzerine şal örtülmüştü. Toplumsal olayları önleme bahanesiyle yüzlerce insan keyfi olarak tutuklandı ve işkencelerden geçirildi. Deniz Geçmiş ve arkadaşları bu sürecin en büyük kurbanları olacaktı. Çeşitli eylemlere katılmış ancak hiç insan öldürmemiş üç öğrenci lideri Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 1 No’lu Mahkemesi’nde yargılandı. TCK’nin 146.maddesini ihlal ettikleri gerekçesiyle, 9 Ekim 1971’de idam cezasına çarptırıldılar. Anayasaya göre, idamların gerçekleşmesi için, ölüm cezalarının yerine getirilmesine dair kanun tasarısının kabul edilmesi gerekiyordu.
Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idam tasarısı Meclis’e geldiğinde Süleyman Demirel ve Alpaslan Türkeş’in tavırları önceden belliydi. Asıl önemli olan İsmet İnönü ve CHP’li milletvekillerinin tutumuydu. İsmet İnönü ve Bülent Ecevit, siyasi suçluların idamla cezalandırılmasını istemiyorlardı. Ancak son grup toplantısında CHP lideri grubunu serbest bırakmıştı. Usul tartışmalarından sonra oylamaya geçildi. 450 milletvekilinden 323’ü oy kullandı. “İdam edilsin” oyu verenlerin sayısı 275’ti. 144 CHP’li vekilden sadece 47’si idama hayır dedi. 97’si oylamaya katılmadı, 28’i ise ‘ evet’ oyu kullandı. (Kaynak: Deniz-Yusuf-Hüseyin Meclis/Senato 1972 İdam Kararı Tutanakları)
CHP, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin infazların yerine getirilmesi kararına karşı, bu kararın usul ve esas yönlerinden iptali için Anayasa Mahkemesi’ne dava da açmıştı. Anayasa Mahkemesi usul bakımından Meclisin kararını iptal etmiş ve kararı esas yönden incelemeye gerek görmemişti. Türkiye Büyük Millet Meclisi usul hatasını düzeltmiş ve infazların yerine getirilmesine yeniden karar vermişti. Böyle bir durumda, davacı CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün Anayasa Mahkemesi’ne kararın esas yönünden incelenmesi için yeniden başvurması gerekiyordu. Ancak bu aşamada esasın incelenmesi için Anayasa Mahkemesi’ne başvurulmadı. Davayı açan İnönü, davayı sonuna kadar izleyip sonuçlandırmamıştı! İnönü, grubunu serbest bıraktığı konuşmada da, (24 Nisan 1972) Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını ‘hasta’ olarak nitelendirilmiş ve “Devlet kafalarına dank ettirilmeli.” demişti.
Gezmiş ve arkadaşlarını yargılayan Sıkıyönetim Mahkemelerinde, mahkeme askeri yargıçlardan oluşuyordu; mahkeme heyetinin başkanı da hukukçu olmayan askerdi. 18 sanık hakkında idam cezası verildi. Askeri Yargıtay, 3’ü dışında diğerlerinin kararını bozdu. Yargıtay Daireler Kurulu’dan iki üye idamlara şerh koydu. Albay Nahit Saçlıoğlu, Deniz Gezmiş ile arkadaşlarının 15-24 yıl ağır hapis cezası ile yargılanmaları gerektiğine inanıyordu. Saçlıoğlu yıllar sonra, “Komutanlar ve idareden mahkemeye baskı yapıldı. İdam kararında basının da rolü vardı. Mahkeme kamuoyunun genel havasına uydu.” diyecekti.
İdam sehpaları kurulurken ailelere haber verilmedi. Avukatlar gece yarısı çağrıldı. Vasiyetler yerine getirilmedi. Deniz Gezmiş, 50 dakika ipte kaldı. Yusuf ve Hüseyin’in infazları 8-10 dakika sürdü. Avukatı Halit Çelenk idam değil işkence dediği o anlarda başka bir hukuksuzluğu şöyle anlatacaktı: “Deniz’e Yusuf’un, Yusuf’a Hüseyin’in infazını seyrettirdiler. Hüseyin, tabureyi düşürdü, kendi kendine infazı yaptı.”
Olağanüstü bir dönemde, olağanüstü şartlarda yargılanıp idam edilen Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının vebalini taşıyanlar hem kendi vicdanlarında hem de toplum vicdanında mahkûm oldu. Süleyman Demirel, olaydan 15 yıl sonra bir gazeteciye verdiği demeçte, “Soğuk savaşın talihsiz olaylarından biri.” diyerek pişmanlığını itiraf ediyordu.
Keşke 12 Mart sonrası toplumun bütün kesimleri adil yargılama için seslerini yükseltebilseydi! Keşke AP, intikam duygusu ile hareket etmeseydi! Sağ muhafazakar çevreler, görüşlerine katılmasa da, Denizlere zulmedilmesine karşı çıkabilseydi! Keşke CHP, hukuk mücadelesini sonuna kadar götürebilseydi! Keşke mahkeme, baskılara boyun eğmeseydi! Keşke ana medya, 3 genci, daha sehpalar kurulmadan infaz etmeseydi! Ne yazık ki herkes oradaydı.
Ve ne yazık ki 45 yıl sonra... Darbeci, hukuk tanımaz zihniyet, şekil ve kimlik değiştirmiş, yine işbaşında! Zulüm kimden gelirse gelsin ve kime yapılırsa yapılsın toplumsal bir tepki geliştiremezsek sehpaların gölgesinde, acılarla yaşamaya devam edeceğiz.
Ali Emir Pakkan
Twitter@AliEmirPakkan