Önüm zifiri karanlık, her şey olabilir!
Adı, Seray Şahiner.
Yazar.
Bilal Erdoğan’a ‘üstün zekâlı’ dedi.
Gözaltına alındı.
İşinden oldu, ATV’deki diziden atıldı.
Adı, Şenol Buran.
Cumhuriyet gazetesinin çaycısı.
“Ben o adama, Erdoğan’a çay vermem” dedi.
Sivil polis zabıt tuttu.
Gözaltına alındı, tutuklandı.
KORKU salınıyor.
Tweet attı, tutuklandı.
Yazı yazdı, tutuklandı.
Konuştu, tutuklandı.
Bildiri imzaladı, tutuklandı.
Eleştirdi, tutuklandı.
Malvarlığına el kondu.
Emeklilik hakkı elinden alındı.
Resim yaptı, sergisi basıldı.
Konser verdi, konseri basıldı.
Evet, KORKU salınıyor.
Türkiye zifiri karanlığa sürükleniyor.
Farklı seslerin çıkmadığı, eleştirel seslerin duyulmadığı, iktidara muhalefetin olmadığı, sadece kendi seslerinin duyulduğu bir memleket isteniyor. Bir başka deyişle:
Hukuk ve özgürlüğün yok edildiği bir korku imparatorluğu...
Bu yolda yürüyor koca ülke.
12 Eylül’ü hatırlıyorum.
1980’lerin askeri darbe dönemi.
Demokrasinin rafa kaldırıldığı, hak ve özgürlüklerin ayaklar altına alındığı günlerde Türkiye darbe anayasası için referanduma hazırlanıyordu.
Ama bir koşulla:
Kampanyada evet propagandası serbest, hayır propagandası yasaktı.
Cumhuriyet’te genel yayın yönetmeniydim.
İki sevgili, bir divanda el ele, diz dize oturuyorlar.
Erkek:
“Sevgilim, gözlerin ne kadar şey... Yani şey...”
Kız, kocaman gözlerini dikmiş mutlu bir bekleyiş içinde.
Ama ‘şey’ nedir, erkeğin ağzından bir türlü çıkmıyor.
Erkek huzursuz.
Çevresini süzüyor, ayağa kalkıyor, ayak parmaklarının ucuna basa basa sessizce kapıya gidiyor önce, açıp dışarıya bakınıyor.
Sonra pencereden dürbünle sağı solu, havayı kolaçan ediyor telaşla.
Halının, masanın, divanın altına bakarken tedirginlik içinde.
Kız, şaşkınlıkla izliyor erkeği.
Son olarak divanın üzerinde asılı duran tablonun arkasına bakıp kızın yanına oturuyor, ellerini avucuna alıyor ve nihayet ağzındaki baklayı çıkarıyor:
“MAVİ!”
Bir kadınla bir erkek deniz kenarında yürüyüşe çıkmışlar.
Kadın:
“Denize bak! Bugün rengi her zamankinden...”
“Evet, her zamankinden daha ma... Yani ŞEY...”
Kadın:
“Gökyüzünün rengi de ŞEY...”
Erkek:
“Evet, evet ŞEPŞEY...”
1982 yılı sonbaharıydı.
Cumhuriyet’te Behiç Ak’la İsmail Gülgeç bu minval üzere çizip gidiyorlardı.
Bir gün Başyazarımız Nadir Nadi sordu:
“Hasan Cemal, bizim karikatürcüler nedir öyle mavi renge takmışlar, çizip duruyorlar?”
“Vallahi Nadir Bey, ben de bilmiyorum, öğrenip size sorayım.”
Ertesi sabah haber toplantısında, bu MAVİ nerden çıktı diye sorunca, alaylı gülüşmeler arasında ben de gerçeği öğrenmiş oldum.
7 Kasım 1982 günü yapılacak ‘anayasa referandumu’nda kabul oy pusulaları beyaz, retler mavi renkte olacakmış.
Bunu öğrendikten sonra gazetedeki mavi renkli haber ve yorumları yakın takibe aldım.
Henüz mavi renge yasak yoktu ama, ‘hayır’ın propagandası bir yana, telkin edilmesi bile askeri yönetimce belirlenen suçlar arasında ilan edilmişti.
Bizimkiler de, hayır diyemedikleri için ‘MAVİ’ye gaz veriyorlardı.
Bir gün telefonum çaldı.
Karşımda Birinci Ordu Kurmay Başkanı Tümgeneral Ekrem Dinç.
Boğuk sesi ve benden yavaş konuşmasıyla:
“Anayasa konusunda en küçük bir ima, telkin, telmih yoluyla dahi olsa en ufak bir şey istemiyoruz. Yoksa derhal kapatacağız.”
Ve ekliyor:
“Bir de mavi konusu var. Habire mavi mavi diye çizip duruyorlar. Bundan sonra mavi de olmayacak.”
Böylece, darbe anayasası için yapılacak referandumdan önce basına dönük yasaklar arasına mavi renk de girmiş oldu.
Neyse ki, ‘mavi’nin de yasaklanmasından önce, ‘hayır’ın serbest olduğu kısa süreli propaganda dönemi noktalanırken, Cumhuriyet şu manşetle çıkmıştı:
ÖZGÜRLÜKLERİN ÖZÜ
KALKIYOR;
BÖYLE BİR ANAYASAYLA
OTORİTER REJİM
KURULABİLİR!
Bu satırlarımı, ‘12 Eylül Günlüğü’mün ikinci cildi olan Demokrasi Korkusu isimli kitabımın giriş bölümünden aldım.
34 yıl öncesi.
O zaman askeri darbe vardı, demokrasiden korkuyordu.
O kadar korkuyordu ki, anayasa referandumuna giderken mavi renge bile yasak koymuştu.
34 yıl sonra bu kez bir sivil darbe yönetimi var, demokrasiden korkan.
O kadar korkuyor ki, “O adama çay vermem” diyen çaycıyı da, o adamın oğluna “Üstün zekâlı!” diyen yazarı da hapse atabiliyor, işinden edebiliyor.
Kısacası:
Önüm zifiri karanlık, her şey olabilir!