Safvet Senih / samanyoluhaber.com
Tabir câiz ise, İslamiyet medeniyet projelerinin prensiplerini ihtiva etmektedir. Esnek düsturlarıyla her zaman ve zeminin ihtiyaçlarına uygun güzellikleri, onun dilinden anlayan ve onun dininden olanlara takdim edebilir.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri Lemaat Risalesinde “Kur’an Medeniyetinin esasları müsbettir. Saadet çarkı beş müsbet esas üzerine döner:
Dayanma noktası; kuvvete bedel haktır. Ölçülü, dengeli davranma adâletin işlevidir. Bundan selâmet çıkar, şakîlik ve taşkınlık yok olur.
Hedefinde menfaat yerine fazilet vardır. Faziletin işlevi ise, muhabbet ve sevgiyle davranmadır. Bundan saadet çıkar, düşmanlık zevâl bulur.
Hayattaki düsturu, kavga, çatışma yerine, yardımlaşma düsturudur. O düsturun işlevi ittihad ve tesanüddür; neticede cemaat hayat bulup canlanır.
Hizmet şeklinde ise kötü arzular; nefsânî hevesât yerine hidayet yolunda ilerletmektir. O hidayetin işlevi ise, insana lâyık tarzda terakki ve refahtır. Ruha lâzım surette ve tekâmüldür.
Kitleler içinde, birliği sağlayan unsura gelince, ırkçılığı ve menfi milliyetçiliği reddeder. Hem onların yerine bağı, dînî râbıtadır, vatanî mensubiyettir, sınıfî alâkadır, imanî kardeşliklik. Şu râbıtanın gördüğü işlev ise, samimî bir kardeşlik, umumî bir selamettir. Dışarıdan bir saldırı varsa, o da müdafaaya girişir.” diyor.
Bu düsturların hayata geçirilmesi ve bu medeniyet projesinin tahakkuk etmesi için M. Fethullah Gülen Hocaefendi şunları söylüyor:
“Bütün bunların duyulup hissedilmesi, hissedilip hayata geçirilmesi, iç ve dış sefâletlerimizi teşhis ve tedâvî edebilecek mâneviyat hekimlerine ve ötelerle her zaman irtibatlı, aldatmayan rehberlere vabestedir. Düşünce dünyaları maddeden mânâya, fizikten metafiziğe, felsefeden tasavvufa uzayan rehberlere… Dünden bugüne bütün umran devirlerinin arkasında bunlar olduğu gibi, bundan sonraki imar ve ihyâ hareketlerini de bunlar temsil edeceklerdir. Bu temsil, yeni hadiseler ve gelecekteki vak’alarla alâkalı, Kitap Sünnet kaynaklı yeni Hukuk Doktirinleri ortaya koyarak… düşüncelerini yeni dünya görüşleri işe bezeyerek… (müsbet) milliyet ruh ve şuuruna İslâmî perspektifle netleştirerek, bileyerek… tecrid duygusuna bağlı, İSLÂMIN EVRENSELLİĞİNE UYGUN yepyeni sanat telakkileri geliştirerek… din ve dünya ihtivâlı birkaç bin seneden beri devam edegelen kendi kültürümüzü yoğurarak gerçekleştireceklerdir. Bu ölçüde bir temsil, ilim, felsefe, sanat ile dînî hayatımızı, önümüzdeki yıllarda dünya milletlerinin önüne geçirecek ve hayatın bütün ünitelerine istikamet kazandırarak, okumuş-okumamış sokaklarda âvâre dolaşan çocuklarımızı, yarının fikir, hüner ve marifet ve zanaat sahipleri haline getirecektir. Bu sayede sokaklar, mektup koridorları gibi irfanla tütecek… hapishaneler birer ilim yuvası hâline gelecek… Yuvalar birer cennet köşesi gibi tüllenecektir. Her yerde din ile ilim el ele yürüyecek… İman ile akıl sarmaş –dolaş her yere meyvelerini saçacak… istikbâl, ümit, emel ve azmin bağrında, ütopyalarda olduğundan daha rengin ve daha zengin göğerip gelişecek… televizyonlar, radyolar, gazeteler, mecmualar çevreye feyiz ve bereket ve ışık yağdıracak… ve TARİHTEN KALMA MÜSTEHÂSELERİN (fosillerin) DIŞINDA, her gönül bu cennet-âsâ baharda kevser yudumlayıp dolaşacaktır.
“Bu yeni tekevvün (oluşum), bizim kendi târihî değerlerimizden, kendi medeniyet, kendi kültürümüzden ve kendi romantizmimizden doğacaktır. Evet, bu hareket, bir tarafta asırlardan beri devam edegelen mağduriyet, mahkûmiyet ve mazlumiyet ruh hâletinden; diğer yandan da imanla doymuş, her zaman gerilimde ve hamleye hazır kalbimizin heyecanlarından meydana gelecektir.
“Bu hayatî misyonun yerine getirilmesi evvela bu PASLI ZEMİNDE, PASLANMIŞ RUHLARI KIMILDATACAK bir gücün mevcudiyetine vabestedir. Elli-altmış seneden beri, bu ameliyeyi geçekleştirmek için kalkıp-inen manivelalar, ilk kıpırdatmayı sağladılar gibi görünüyor. Muzdarip şâirimizin iniltileriyle mırıldanacak olursak: ‘Vur kazmayı Ferhat çoğu gitti azı kaldı’ diyebiliriz. İlk hareket, ruhun hareketidir ve o, bugün bir sekine yumuşaklığı ve sımsıcak bir bahar bulutu edâsıyla başlarımızın üzerinde gökkuşağından bir ‘tak’ gibi uğradığımız her yerde bizi selamlıyor. Onun, bütün bir mazlumlar, mağdurlar ve mahkûmlar ülkesini sarmasına, sarıp rahmetle boşalmasına az kalmıştır.
“Bugün artık, büyük ölçüde kuvvet eriye eriye hakkın kalıbına girmiş ve ona teslim olmuş gibidir. Evet, kuvvetin de bir hikmet-i vücudu vardır… o olmadan pek çok meseleyi halletmek mümkün değildir. Haktan ayrılıp hakka rağmen bir yol tutup giden kuvvet zararlı olsa da, hak ile birleşen kuvveti her zaman aynı hak kabul edebiliriz. Hak ile birleşen kuvvetten doğan cesaret, zâlim değil; o mazlumun hâmisi, hakkın da lisan-ı nâtıkıdır (konuşan dilidir).”
Yirmi sene önce yapılmış bu değerlendirmelerin üzerinde iyi düşünmemiz ve günümüzdeki gelişme ve girdilerle çok iyi değerlendirmemiz gerekmektedir…