Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütünün Türkiye Temsilcisi Erol Önderoğlu, Çalışan Gazeteciler Günü için DW Türkçe'nin sorularını yanıtladı.
DW Türkçe: Türkiye 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’ne nasıl giriyor?
Önderoğlu: Türkiye’de çalışan gazeteciler bundan 10 yıl öncesinden başlayarak büyük işten çıkarma operasyonlarına maruz kaldılar. Başlangıçta ekonomik kriz gibi gerekçelere dayanan bu işlemlerin, zamanla aslında ideolojik olarak, ana akım büyük medya gruplarında öne çıkan haber sunucuları ve uzman muhabirleri hedef aldığını gördük. Bugün gelinen noktada Türkiye’de son 10 yılda belki 10 bine yakın gazetecinin sektör dışına itildiği ya da en az bir defa işten çıkarıldığını görüyoruz. Dolayısıyla bugün ana akım medyanın yüzde 80 oranıyla iktidara ideolojik ya da çıkar ilişkileri bakımından bağlı olduğunu düşündüğünüzde, ana akım medyaya eleştirel haberciliğin yok edildiği bir mecra olarak bakabiliyoruz.
Ne yazık ki Türkiye’de ana akım medyada birazcık kendi görüşlerini öne çıkaran gazeteciler mahkemelere çıkabiliyorlar. İktidar yetkililerinin kamuoyu önünde itibarsızlaştırma söylemlerine maruz kalabiliyorlar. Ve tabii ki Türkiye’de sendikal güvence sıfır olduğu için de her zaman kapı önüne konulma tehlikesi ile karşı karşıyalar.
DW Türkçe: Sektör dışına itilen 10 bine yakın gazeteciden bahsettiniz. Bu gazeteciler işsizlik ve sendikal güvenceleri olmadan nasıl geçiniyorlar? Ailelerinin, çocuklarının geçinimi nasıl sağlıyorlar?
Önderoğlu: Şimdi 2001 krizi ile başlayan sürecin özeti idi bu. Büyük dalgalarla 2000 yılının başında yaklaşık 4 bin kişinin işine son verildi. Tabii darbe girişiminden sonra da aynı büyüklükte bir sektör dışına itilme yaşandı. Tutuklama yoluyla gazetecilerin işlerinden olma süreci de var. Toplamda bir 10 bin dersek, yani bugün gazeteci camiasının dörtte birinin en az bir kez işinden olduğu düşünülürse, bu muazzam bir rakam. Bizim bildiğimiz hikâyeler içerisinde, aldığı tazminatla Anadolu’da bir köy evine yerleşen de var. Evini, arabasını satıp annesi ve babasının yanına yerleşen meslektaşımız da var. 3-4 kişi bir arada yaşamlarını sürdürmeye çalışanlar veyahut da başka şirketlerin basın ve halka ilişkiler departmanında çalışanlar da var. Son yıllarda çaycılık yapan ya da uzun zamandır işsizliğini sürdürmek zorunda kalan da var. En idealist olanlardan bazıları da alternatif medya ortamları, siteleri kurarak biraz daha özgür hareket edebilecekleri projeler geliştiriyorlar.
DW Türkçe: Peki Türkiye’de gazetecilerin şu an meslekte karşılaştıkları en büyük üç zorluk ne sizce?
Önderoğlu: Türkiye, Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütünün son basın özgürlüğü sıralamasında 180 ülke içerisinde 155’inci sırada. Fakat Türkiye’nin durumunun bu kadar gerilemesi için OHAL’e ihtiyaç yoktu. Darbe girişiminden önce de yargı baskısı, gazetecilere yönelik fiziksel şiddet, gazetecilerin kamuoyu önünde itibarsızlaştırılmaları, editoryal denetim gibi onlarca parametre nedeniyle Türkiye uzun yıllar bu sıralamada gerileme gösteriyordu. Bugün OHAL altında en büyük ve can sıkıcı baskı, gazetecilerin sistematik bir biçimde yargının tacizine uğraması ve keyfi tutuklamalar tabii ki. Gazetecileri ve ailelerini etkileyen en can yakıcı birinci sorun bu.
İkincisi Türkiye’de çok geri planda görülse bile bütün çalışma hayatımızı belirleyen bir unsur; aslında Türkiye’de gazetecinin özlük haklarının yasalarca güvence altına alınmaması ve denetlenmemesi. Bu editoryal bağımsızlığın olmamasını da beraberinde getiriyor. Elinizin bir hamlesi ile gazeteciyi kapı önüne koyabiliyorsanız, o gazeteciden bağımsız haber üretmesi, eleştirel, sorgulayıcı içerik geliştirmesini de bekleyemezsiniz. Yani medyanın çağdaş ülkelerdeki gibi regüle edilmemesi, şartların düzenlenmemesi sıkıntısı var.
Üçüncüsü; bu son yıllarda tabu oluşturan veyahut yasaklanmış konu olarak kabul edilen meselelerin artış göstermesi. Türkiye’nin AB adaylık üyelik sürecinin gelişmesi ile birlikte görece olarak Kürt sorununa daha çok ilgi gösteren gazeteciler vardı. Toplumun da 'bizim Güneydoğumuzda aslında çok da anlayamadığımız, çok da bütünleşemediğimiz insanlarımız var' diye empati kurduğu bir döneme girmiştik. Fakat 15 yıl sonra, işte son yıllarda barış sürecinin sonlandırılması ile birlikte Kürt sorunu tekrardan çok yakıcı bir şekilde tabu haline geldi. Ve orada yabancı gazetecilere kadar medya temsilcilerinin tutuklanması, gözaltına alınması, sınır dışı edilmesi, basın kartlarının iptal edilmesi gibi nedenlerle aslında orada gazetecisiz bir coğrafi bölge yaratıldı. Bunun altını çizmek gerekiyor.
DW Türkçe: Türkiye uluslararası gazetecilik ve insan hakları örgütlerinin listelerinde tutuklu gazeteci sayısının en yüksek olduğu ülkelerden biri. Tutuklu ve diğer gazetecilerin içinde bulundukları bu durumun yakın bir gelecekte değişeceğini düşünüyor musunuz?
Önderoğlu: Medya özgürlüğü, toplumun genelinden soyutlanabilecek ya da iktidarların toplum için belirledikleri şartlardan ayrı düşünülebilecek bir şey değil. Türkiye konsensüs, uzlaşı, bütünlükçü siyaset üretmediği sürece, parlamentonun bir kesimi, azınlığı bir sanık muamelesi gördüğü sürece, toplumun politik veyahut kültürel çeşitlilikleri, her zaman gayri milli dış dünyanın ve dış servislerin hizmetinde görüldüğü müddetçe, keza gazeteciler de her eleştirdiklerinde casuslukla, ajan ya da örgüt üyesi olarak suçlandığı müddetçe, aslında basın özgürlüğünün biraz önce saydığımız onlarca parametresinin düzelmesini bekleyemeyiz.
DW Türkçe: Cumhurbaşkanı Erdoğan, Çalışan Gazeteciler Günü için yaptığı açıklamada "medyadan zarar görmeme rağmen farklı kültürlerin fikirlerini rahatlıkla söyleyebilmesi için mücadeleler verdim, vermeye devam ediyorum" dedi. Bu açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Önderoğlu: Benim görebildiğim medya özgürlüğü için çalışan bir Cumhurbaşkanı yok. Yaklaşık 20 yıldır haftada birkaç günüm adliyede geçiyor. Benim görebildiğim; gazetecileri avukatları aracılığı ile sistematik bir şekilde sanık sandalyesine oturtan bir Cumhurbaşkanı var. Aşağı yukarı her üç ayda bir 20-25 gazeteci Cumhurbaşkanına hakaret iddiası ve 4 yıl 8 ay hapis tehdidi ile mahkemelerde vakit geçiriyor… Dolaysı ile biz mahkemelerde, toplumda gazetecilerin somut bir şekilde nasıl yaşadığına bakarız. Açıklamaları dikkate almayalı çok oldu maalesef. Samimi girişimler olmadığı sürece bu açıklamaların sadece günü kurtarmak için yapıldığını düşüneceğiz ne yazık ki.
DW Türkçe: Erol Bey, ifade ve basın özgürlüğünü 100 üzerinden değerlendirecek olursanız, Türkiye’ye vereceğiniz not kaç olurdu?
Önderoğlu: Medya çeşitliliğinin sona yaklaştığı, idari tedbirlerle internetin düzenlenmeye çalışıldığı, akreditasyonun gelişi güzel kullanıldığı, editoryal bağımsızlığın olmadığı, yargı tacizinin, fiziki şiddetin günlük işlerden olduğu Türkiye’nin notu 20-30 arasında bir yerde kalır diye düşünüyorum.