Rehberlik Köşesi- Z. Hicran Yıldırım
Ezel ve Ebed Sultan’ı Yüce Allah, insanoğlunu kâinat kitabını okuyup anlaması, tabiattaki güzellikleri temaşa ve tefekkür etmesi, kulluk şuuruyla kendisine yönelmesi için yaratıp yeryüzüne göndermiş. Nitekim “Ben cinleri ve insanları sadece Beni tanıyıp yalnız Bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 51/56) buyuruyor.
İşte dünyaya belli bir süre için gönderilen insan kendisine verilen kabiliyetleri hayır yönünde kullanarak melekleri geride bırakacağı gibi iradesini ve kabiliyetlerini kötü yönde kullanarak şer bakımından aşağıların da en aşağısına yuvarlanabilir. Rabbimiz bu hakikati: “Biz insanı en mükemmel surette yarattık, sonra da onu en aşağı derekeye düşürdük.” (Tin, 95/4-5) ayetleri ile anlatır.
Rabbimiz bu dünya yolculuğunda insana doğru yolu göstermek için peygamberler gönderdiği gibi, aynı zamanda onun dünyada sürçüp kalmaması ve şeytana tabi olup ebedi sonsuz bir hayatı kaybetmemesi için mübarek zaman dilimlerini yaratmış onun için…
Nihayet bu asrın büyük mütefekkiri de bu hakikati dile getirerek bu kutlu zaman dilimlerinden azami derecede istifade etmemiz gerektiğini vurgular:
‘Ey insanlar! Siz burada misafirsiniz. Ve buradan da diğer bir yere gideceksiniz. Fenâya, yokluğa, hiçliğe, unutulmaya, çürümeye, dağılmaya ve kesrette boğulmaya gittiğinizi kuruntu edip düşünmeyiniz. Siz fenâya değil, bekâya gidiyorsunuz. Yokluğa değil, ebedî bir vücud kazanmaya sevk olunuyorsunuz. Karanlığa değil, nur âlemine giriyorsunuz. Sahip ve Mâlik-i Hakikî`nin tarafına gidiyorsunuz. Misafir olan kimse, beraberce getiremediği şeylere kalbini bağlamaz. Bu menzilden ayrıldığınız gibi, bu şehirden de çıkacaksınız…’
Kader perdesinin arkasından genç, ihtiyar, zengin, fakir, çoluk çocuk, güzel, çirkin demeden imtihan süresini dolduranlar toprağa geri dönecek. Allah’a verdiği sözün arkasında durup bu dünyada misafir gibi davrananlar da, kendilerini ebedi yaşayacakmış gibi dünyanın hâkimi bilip hırs gösterenler de; kim olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini, asıl vazifesinin ne olduğunu bilenler de, bilmeyenler de; bilmek istemeyip dünyanın fani yüzüne aldananlar da; saltanatına, servetine, şöhretine güvenip şımaranlar da bir gün mutlaka bu dünyadan göçüp gidecek…
Önemli olan, Allah’ın rızası istikametinde dünyayı bir mezra bilip iyilik, güzellik ve hayır ekip bu fani ömrü ebedi bir hayata dönüştürmektir.
Madem insan bu fani dünyadan çıkacak, öyle ise aziz olarak çıkmaya çalışmalı. Bütün hayatını geçici dünya hayatına sarf edip yok etmemeli… Her yıl insana bir lütuf olarak yıkanma, arınma ve kulluk zirvesine ulaşmanın manevi zamanları olan Üç aylar’ı iyi değerlendirip rıza ufkuna ulaşmaya bakmalı.
Dünyanın cazibedar yüzüne aldanmamak, yollarda takılıp kalmamak, böylece esfel-i safiline yuvarlanmamak… ve bezm-i elestte Allah’a verdiği söze sadık kalarak “vefalı” bir şekilde yaşamak için Allah’ın değer verdiği bu zamanlara hürmet göstermeli.
Göklerin nura gark olduğu, zeminin semavî sofralarla bezendiği böyle bereketli zaman dilimlerinde, insan kalbi ve ruhi hayat bakımından hep derinleşmeye yönelmeli ve yapacağı her işi mutlaka yüksek hedeflere, engin mülâhazalara bağlamalı.***
Zinnun-i Mısri der ki:
“Recep ekme ayıdır, Şaban sulama ayıdır, Ramazan derleyip toplama ayıdır. Herkes ne ekerse onu biçer, ne yaparsa onun karşılığını görür. Bir kimse ekimi bırakırsa, hasat zamanı ekmediğine pişman olur. Kıyamet gününde ise çok kötü duruma düşer.” (Abdülkadir Geylânî, Üç Aylar ve Faziletleri)
Bu kutlu ayların kendisine mahsus güzelliklerini, insanın gönlüne akseden zevk ve lezzetlerini kamil manada duyup tadabilmenin ancak daha baştan bu zamanların “ganimet ayları” olduğuna inanıp onlara teveccüh etmekle mümkün olacağını, ifade ediyor Büyüğümüz. Arkasından da saniyesi zayi edilmeksizin gece ve gündüzüyle bu ayların ciddî şekilde değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor.
‘Zira teveccühe teveccühle mukabele edilir. Siz bu ayların ruh ve manasına teveccüh etmezseniz, onlar da size kapılarını açmaz. Hatta bu aylarla ilgili söylenen çok canlı ve parlak sözler bile sizin nazarınızda cansız bir ceset gibi sönük kalır.’
Öyle ki bu mevzuda ne bam teline dokunan ifadeler ne de Allah dostlarının yüreklere aşk u heyecan salan sözleri insanın gönlünde bir yer bulur.
Bediüzzaman Hazretleri kutlu aylar olan Recep, Şaban ve Ramazan’dan bahsederken “Her hasenenin sevabı başka vakitte on ise, Receb-i Şerif’te yüzden geçer, Şaban-ı Muazzama’da üç yüzden ziyade ve Ramazan-ı Mübarek’te bine çıkar ve cuma gecesinde binlere ve Leyle-i Kadir’de otuz bine çıkar.” diyor.
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem):
‘Allâhümme bârik lenâ fi Recebe ve Şa’bân, ve belliğnâ Ramazân’ (Allah’ım, Recep ve Şaban ayını bize mübarek kıl ve bizi Ramazan’a ulaştır.) duasıyla takdir eder bu mübarek zaman dilimlerini.
Bu kutsi beyanla, asıl hedef, 84 yıllık tertemiz bir ömrü içinde saklayan Ramazan-ı Şerif Ayı’na ulaşmak ve bu ayın içerisine hazine olarak konulmuş Kadir Gecesi’ni yakalamaktır.
Hadisin ifadesiyle, bu rahmet atmosferinden istifade etmek ve fırsatı kaçırmamak için Ramazan’ın öncesine konulmuş olan Recep ve Şaban Aylarını iyi değerlendirmek gerek. Ancak bu iki ayda ruhen ve bedenen hazırlık yapılırsa Rahmet Ayı Ramazan’ın manevi atmosferinin yakalanabileceğini ifade ediyor Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem).
Üç Ayların Başlangıcı: Recep Ayı
Recep Ayı, Yüce Allah’a tazim ve saygının ifadesidir. Recep ismindeki “R”nin Allah'ın rahmetine, “C”nin Allah'ın cömertliğine ve yardımına, “B”nin ise Allah'ın birrine (iyilik ve ihsanına) işaret ettiğini ifade ederler.
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Recep Ayı hakkında şöyle buyurur:
‘Recep Allah'ın ayıdır; Şaban benim ayımdır, Ramazan ise ümmetimin ayıdır".
Recep Ayının niçin Allah'ın ayı olduğu sorulduğunda:
‘Çünkü bu ayda özellikle mağfiret boldur. Bu ayda, halkın kan dökmesine mani vardır. Bu ayda, Allah-ü Teala, peygamberlerinin tövbelerini kabul buyurmuştur. Allah-ü Teala bu ayda, peygamberlerini düşmanlarından korumuştur. (Nuh Aleyhisselâm ve kavmi Recep ayında gemiye binmiş ve tufandan kurtulmuşlardır.) ’(Gunyet’üt Talibin, Abdulkadir Geylani)
Enes B. Malik'in rivayet ettiğine göre, Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Recep Ayında oruç tutmanın fazileti hakkında şöyle buyurmuştur:
“Cennette Recep adı verilen bir nehir vardır. Bu nehrin suyu sütten beyaz, baldan tatlıdır. Kim Recep Ayından bir gün oruç tutarsa, Allah o nehirden ona içirir.”
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Regaib Kandili’nde yapılan duaların Allah katından geri çevrilmeyeceğini müjdeliyor.
Regaib ve Mi'rac gibi mübarek gecelerin bu ay içinde olması ise bu ayın kıymetini ve faziletini daha da arttırmakta.
Regaib Kandili, Allah’ın rağbet ettiği gecedir. Allah, bu gecede, müminlere, ihsanlar, ikramlar (rağibetler) yapar.
İnsan, bu ayda düzenli olarak Kur’an ve Cevşen okumanın;
Pazartesi ve perşembe oruçlarını tutmanın yanında kaza namazları ile birlikte teheccüd, evvabin, kuşluk ve hacet gibi nafile namazları günlük hayatına serpiştirerek onları fıtrat haline getirebilir.
Receb ayının sonundaki Miraç Kandili hakkında Bediüzzaman Hazretleri:
“Miraç Gecesi, ikinci bir Kadir Gecesi hükmündedir. Bu gecede mümkün oldukça çalışmakla kazanç birden bine çıkar.” sözleriyle bu gecenin kıymetini ifade ediyor.
Şaban Ayı
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Ramazan’a kavuşmak gayesiyle içerisinde pek çok hayır yapıldığı için bu aya Şaban isminin verildiğini ifade ediyor.
Hz. Aişe Validemiz (ra) Hz. Peygamber’in Şaban ayını oruçla değerlendirdiğini naklediyor:
“Resulullah’ın Şaban ayındaki kadar oruçlu olduğu bir ay görmedim.”
Şaban ayı içerisinde yapılan duaların geri çevrilmeyeceği müjdesinin verildiği mübarek Berat Kandili bulunuyor.
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadis-i şeriflerinde Berat Gecesinin feyiz ve bereketini şu şekilde anlatıyor:
“Şaban’ın on beşinci gecesi geldiğinde geceyi uyanık hâlde ibadetle, gündüzü de oruçlu olarak geçirin. O gece güneş battıktan sonra Allah rahmetiyle dünya semasına tecelli eder ve şöyle seslenir:
‘İstiğfar eden yok mu, affedeyim ve bağışlayayım. Rızık isteyen yok mu, hemen rızık vereyim. Başına bir musibet gelen yok mu, hemen sağlık ve afiyet vereyim.’ Böylece tan yerinin ağarmasına kadar bu şekilde devam eder.” (İbn-i Mâce, İkâme: 191).
Ve Ramazan Ayı…
On bir ayın sultanı ve ayların en faziletlisi Ramazan’dır. Bu ayda Kur’an nazil olmaya başlamış ve ay boyunca oruç tutmak farz kılınmıştır.
Kur’an-ı Kerim’deki ifadesiyle bin aydan daha hayırlı olan “Kadir Gecesi” de Ramazan ayında bulunuyor.
Bu ay, o kadar kıymetlidir ki Yüce Allah bu ayın hayır ve bereketini kaçırmamızı istemiyor.
Cebrâil’in (as): ‘Ramazan’a yetişmiş, Ramazan’ı idrak etmiş olduğu halde Allah'ın mağfiretini kazanamamış, afv ü mağfiret bulamamış kimseye yazıklar olsun, rahmetten uzak olsun! Burnu yere sürtülsün!' dediği duaya Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘amin' diyor. (Buharî, el-edebu’l-müfred- 1419/1998; Taberanî-evsat- h. no: 8994)
Receb, Şaban ve Ramazan Ayı…
Kur’an, namaz, oruç, sadaka, zekat ve dualarla ömrü bereketlendirmek için belki de son bir fırsat olabilir. Bunun için iyi bir hazırlıkla bu ayları karşılamalı ve hem bedeni hem de ruhu iyi bir kamp döneminden geçirmeye kararlı olmalı.
Rahmanın rağbet ettiği, değer verdiği bu kutlu zamanları iyi değerlendirerek bu aylar hürmetine O’na (cc) dua dua yalvarmalı ve O’ndan istemeliyiz:
Ey Rabbim! Kulun, peygamberin ve resûlün olan Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, onun al ve ashâbına, gece gündüz devam ettiği müddetçe, okunan, yazılan havada ve zihinlerde temessül eden Risale-i Nur’un harfleri adedince salât ve selâm eyle.
Ey elleri boş çevirmeyen Allahım! Kur’ân ve îmân hizmeti yapmak ve Peygamber Efendimiz’in (sav) davasını bütün insanlığa tanıtmak için bizleri, arkadaşlarımızı muvaffak eyle.
Bizi ve kardeşlerimizi her türlü âfetten ve belâlardan, hak yoldan çıkmış isyankârların, sapıtmış azgınların şerrinden ve nefis ve şeytandan muhâfaza eyle.
Dünyanın dört bir bucağında iman ve Kur’ân meşalesini tutuşturup canlı tutmaya çalışan kadın-erkek bütün kardeşlerimize, arkadaşlarımıza ve dostlarımıza bereket ihsan eyle.
Bizi ve kardeşlerimizi kabir azâbından ve cehennem ateşinden koru.
Allah’ım! Tutuklanan, hapsedilen ve derdest edilen “mescûn” kardeşlerimize;
Tevkif edilen, işinden alıkonulan ve hürriyeti kısıtlanan “mevkuf” kardeşlerimize;
Darda bırakılan, kendisine sebepler üstü bir yardım elinin uzanmasına muhtaç olacak şekilde üzerinde baskı kurulan “muzdarr” kardeşlerimize;
Gadre ve haksızlığa uğramış, hak ettiği imkanlar zorla elinden alınmış “mağdur” kardeşlerimize;
Hak etmediği muameleye tâbi tutulan ve zâlimin gaddar eliyle zulme maruz bırakılan “mazlum” kardeşlerimize, tez zamanda serbest kalmalarını ve hak ettikleri hürriyet ve imkanlara kavuşmalarını lütfeyle. Öyle ki, bu lütfunun keyfiyeti, Sen’den gayrı “mâsivâ”dan gelebilecek iyiliklerden müstağnî kılacak ölçüde olsun! Amin! Ya Muin!