Bireyin çiçek açması ve güvenememe problemi
PROF. DR. OSMAN ŞAHİN | Samanyoluhaber
GÜVEN İNŞÂSI-9
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin üzerinde çok durduğu hususlardan bir tanesi de bireyin çiçek açması olarak ifade ettikleri, bu hareket içindeki bütün fertlerin sahabe efendilerimizde olduğu gibi kabiliyetlerinin inkişaf ettirilmesi ve bütün potansiyelleri ile bu hizmetlerin altına girmelerinin sağlanması hususudur.
Bu işin kolay olmadığını “Bireyin Çiçek Açması” başlıklı gazete röportajında şöyle dile getirmektedirler: “İnsanların alışkanlıklarını değiştirmek o kadar kolay değil. İnsanlar daha çok düşünmeden bir şeylere sığınmayı istiyorlar. Çünkü bireysel çiçek açma çok zor bir iş, çok güç bir iş. Çok fazla gayret istiyor. Öbür sığınma ise çok daha kolay. Ve genelde bizde tercih edilen de o… Biz çok zor olanı istiyoruz. Fakat, bir yandan da çelişki gibi görünüyor bu bana, ilk bakışta öyleymiş gibi görünüyor. Bireysel olanı teşvik etmek cemaatte ayrılık çıkarmaz mı diye düşünüyor insan.”
Röportajın devamında, cemaat içinde çok kültürlülüğe nasıl geçileceği ve ferdi farklılıkların nasıl teşvik görebileceği sorusundan hareketle şöyle devam edilmektedir: “Bunlar, esasen bireysel çiçeklenmeye verdiğimiz önemin hem dışarıya iyi aksettirilemediğini hem de tam olarak oturmasının galiba zor olduğunu gösteriyor… Merak ettiğim için soruyorum. Türk toplumunda, bende de başkalarında da, bizimle beraber çalışan arkadaşlarda da o istikamette bir düşünceyi çarçabuk geliştirebilecek bir kabiliyet ve temayül ne kadar var? Çünkü, militarist bir milletin torunlarıyız. Atalarımızdan öyle intikal etmiş… Bu husus, insanın kolay kolay kurtulamayacağı bir kalıtım meselesi değil ise, bence bunu yıkmak lazım. Yani daha serbest, daha rahat düşünme, ferdi kimlik kazanma, bunlar çok önemli.”
Hocaefendi varoluş felsefesini savunanların birey hususunda düştükleri aşırılıklar ve ifratlardan kaçınabilmek için bu hususta dengeli olmak gerektiğine dikkat çekmektedirler: “Ferdin fert olarak, aynı zamanda başka fertlerle motivasyonundan, fert olarak inkişafından çok korkmamak lazım, endişe etmemek lazım. Çünkü, İslam da, Kur'an da ferde adeta bir nev olarak bakar; her fert, başka türlere göre bir nev, yani bir türdür. Önemli olan, onu besleyen duygu ve düşünce kaynaklarıdır, onu besleyen anlayışın kaynağıdır. Yani o, belli bir düşünce, belli bir anlayış, belli bir ufka ulaşınca ormanı meydana getiren ağaçlar gibi, bir toplum içinde yaşaması gerektiğini de idrak edecektir…
Ferdi hak ve hürriyetlerini başkalarına zarar vermeyecek, hattâ, başkalarını kendine tercih şuuru içinde kullanan, bu çerçevede eğitim alan bir ferde fevkalade inkişaf etme imkânı verilmelidir. Yoksa değişik platformlarda hep sürekli bir hâkimiyet ve mahkûmiyet yaşanır, bir zalimiyet ve mazlumiyet yaşanır, bir gaddariyet ve mağduriyet yaşanır. Türkiye'deki acı tablonun bir boyutu da budur.”
Hocaefendi “İsyan Ahlâkı ya da İradenin Davası” "başlıklı yazısında ise bu konunun karar alma süreçlerine bakan boyutunu ele almaktadırlar: “Kamil bir mürşit, mahir bir rehber, faziletli bir muallim ve adil bir idareci gibi önde bulunan, kudve konumunda olan, kendisine itaat edilen kimseler, elleri ve idareleri altındaki insanların her yönden inkişaflarını da hedeflemeli, onların kendilerini rahat ifade etmelerine fırsat vermeli ve düşüncelerini alıp değerlendirmelidirler. Bu onlara düşen bir vazifedir.
Onlar, bir konu hakkında çevrelerindeki insanların hemen hepsinin kendi fikirleriyle katkıda bulunmalarını sağlamalı; böylece, bir düşünceyi bin düşünceye ulaştırmalıdırlar. Hem onlara değer verdiğini ortaya koymuş, hem onların inkişafına yol açmış, hem istifade edilecek insanların dairesini genişletmiş ve hem de kendi yanlışlarının çarçabuk düzeltilmesini sağlama mevzuunda önemli bir adım atmış sayılır. Sevk ve idare edenler diğerlerine bu rahatlık ve imkânı verdiklerinde, onlar da şablonculuğun ve basma kalıp şeylerin esiri olarak yaşamayacak, kendi düşüncelerini de ortaya koyacaklardır.”
Hizmet birimleri bireyin inkişafına imkân sağlayacak şekilde yeniden yapılandırılmalıdır…
Üstad Hazretleri tahavvülat-ı zerrat-ı ele aldığı yerde, Allah’ın (CC) zerreleri halden hale değiştirerek istihdam etmesi neticesinde zerrelerin nurlandıklarından ve bu şekilde ebedi âlemlerde istihdam edilebilecek bir kıymete ulaştıklarından bahsetmektedirler. Eğer Hizmet insanları da Hizmet prensiplerine uygun olarak kurulan sistemlerdeki faaliyetlerde istihdam edilirlerse, onların da kıvamı artacak ve mevcut potansiyelleri inkişaf edebilecektir. Buna muvaffak olabilmek için Hizmet insanlarına ve prensiplerine güven duyulmasına çok ihtiyaç bulunmaktadır. Aksi takdirde o muazzam insan sermayesinin âtıl kalıp işe yaramaz hale gelmesi kaçınılmaz olacaktır.
Bunun nice örnekleri seksenli ve doksanlı yıllarda yaşanmış ve yaşça küçük ve tecrübesiz insanlar eliyle çok büyük hizmetler Allah’ın (CC) inayet ve keremiyle ortaya konabilmiştir. Günümüzde Hizmet o zamana kıyasla çok daha büyük vasıflı bir insan sermayesine sahiptir. Aradaki fark o zamandaki insanlara tam bir güven vardı ve Hizmet ilkelerine uyma hususunda çok daha büyük bir hassasiyet bulunuyordu.
Zamanla/yaş ilerledikçe dinamizmin kaybedilmesi
Hizmet gibi gönüllü hareketler fedakârlık ve beklentisizlik üzerine bina edilmiş yapılardır. Genelde, insanoğlunun yaş ilerledikçe fedakârlık yapması zorlaşır ve beklentileri artmaya başlar. Doğal olarak enerjisi de zamanla kaybolmaya yüz tutar, hareket ederken çok daha temkinli hareket eder ve daha çok hesap kitap yapar. Bunun bazı faydaları olsa da gönüllü hareketler de çok önemli olan dinamizm, adanmışlık, fedakârlık, değişen şartlara uyum kabiliyeti ve bunun gerektirdiği donanımlarla teçhiz edilme gibi hususlarda problemler yaşanmaya başlanır.
Hocaefendi doksanlı yıllardaki bir sohbetinde bazı idarecilerin makam talepleri ve “Benim yerim neresi” demelerine mukabil şöyle demektedirler: “A birader, bunca lütuflar karşısında, senin yerin kuyunun dibi olsun… Çekil geriye başkası yapsın ne olacak… Bunu kendimiz de yapabiliriz. Yani bir prensip koyarız, kırk yaşına gelen herkes kenara çekilecek, inziva yapacak, arkadan gelen gençlere yaptıracağız bu işi diyebiliriz. Olur biter mesele, ama niçin bilgi birikimi ve tecrübe birikimi olan bu insanlar küçük meselelerin kavgasını veriyorlar.”
Burada idarecilerin zamanla içine düşebildikleri birtakım bozulmaların önünü alabilmenin bir yolu olarak kırk yaşından sonra vazifeden el çektirilmeleri zikredilmektedir. Fakat bilgi ve tecrübe birikimi de önemli olduğu için böyle bir yola başvurmaktan kaçınılmaktadır. Dolayısıyla bilgi ve tecrübelerden istifade edilmesine ve aynı zamanda kırk yaş altı insanların idareci olarak daha çok istihdam edilmelerine de imkân verecek bir yönetim anlayışına ihtiyaç vardır.
Tecrübelerden tabi ki istifade edilmelidir ama bir o kadar insanların kabiliyetlerinin inkişafına imkân sağlama ve yenilerin istihdam edilebilmeleri için önden gidenlerin bayrağı onlara devretmeleri yani önlerini açmaları da çok önemlidir.
Dinamik ve değişebilen bir yapının teessüs edilmesi bireylerin canlılığını sağlayacak, durağanlığın ve uzun süreli yöneticilik yapmaktan kaynaklanabilecek kokuşmaların ve körlüklerin önünü alabilecektir.
Unutulmamalıdır ki, başarılı olmuş çok önemli hareketler ele alındığında ekseriyeti itibarıyla bunların gençlerden oluştukları görülmektedir.
Dolayısıyla, bu gençlerin yetişebilmeleri ve potansiyellerinin ortaya çıkarılabilmesi için idarecilik de dahil farklı konumlarda istihdam edilmeleri, karar alma süreçlerinde yer almaları ve bu hususta onlara güvenip sorumluluk verilmesi çok büyük önem arz etmektedir.
Bu hususa ise ancak yönetim kademelerinde dinamik ve değişken bir yapının hayata geçirilmesi ile muvaffak olunabilir.