BAŞKALAŞMA, ASLINI İNKAR, TAKLİT VE YETERSİZLİK DÜŞÜNCESİ 2
Hocaefendi, Dünyevileşme – Başkalaşma ve Kendimiz Olma başlıklı Kırık Testi’de kendi olamayan insanların başkalaşacaklarını ve bir kere başkalaşanların artık bu yoldan dönmelerinin zorluklarına temas etmekte, buna binaen, inanmış bir gönlün, başkalaşma yoluna sülûk etmeksizin, değişme ve başkalaşmanın bir keresine bile müsaade etmeme kararlılığı içinde olması ve temel disiplinler itibarıyla hep sabit kadem olarak yerinde sapasağlam durabilmesinin önemini vurgulamaktadırlar:
“O hâlde hiç bir meseleyi küçük görmeksizin giyim-kuşamdan şekil ve şemaile kadar her hususta kendimiz olarak kalabilme yollarını bulmalı ve o yolda kararlı bir tavır sergilemeliyiz. Yoksa sırf değişim fantezisinin zebunu olarak giydiğimiz bir elbiseyi modası geçti diye kaldırıp bir köşeye atarsak, başka bir zaman, onun da modası geçer ve onu da kaldırıp atma lüzumu duyarız. Zamanla bu hâl şekil ve şemailimize sirayet eder. Artık kendinden kaçan, özünden uzaklaşan bir fert olarak saçımızdan-başımızdan hafif hafif kırpmaya başlarız fakat dönüşüm ve başkalaşma orada da durmaz; bundan sonra sıra kirpiğimize mi gelir, kaşımıza mı gelir bilinmez ve neticede makası öyle bir yere yanaştırırız ki, o bizi kökümüzden koparır.…”
KENDİ DEĞERLERİMİZİN YETERSİZ OLDUĞU DÜŞÜNCESİ
Aynı yazıda, kendi değerlerimizin yetersiz olduğu düşüncesinin günümüz insanını değişim ve başkalaşma gibi fantezilere sürüklediği ifade edilmektedir:
“Hâlbuki bu, büyük bir tarihî yanılgıdır. Çünkü sahip olduğumuz değerlerin semavî ve ilâhî olduğuna inanan bir insanın, onlardaki enginlik ve zenginliği de peşinen kabul etmesi gerekir. Diğer yandan bizim değerlerimizin zamanın gereklerine uygun olarak o kadar çok açılım noktası vardır ki, darlık ve yetmezlikten söz edilemez. Günün ihtiyaçlarına cevap vermede kapalı gibi duran bir kısım meseleler ise Kitap ve Sünnet’in sınırlı nasslarından sınırsız meselelere uzanmanın farklı bir unvanı sayılan içtihad sayesinde her zaman çözüm ve vüzuha kavuşturulacak durumdadır.
Yeter ki dinamik ve aşkın hususiyete sahip bulunan o semavî kaynağa tam bir iman ve itimadla müracaat gerçekleştirilebilsin. Evet, bu mevzuda sabit değerlerimiz olarak ifade edebileceğimiz muhkemâta ait meselelerde kat’iyen bir eksiklik söz konusu değildir. Bu konuda fantezi ve lükslere girme, değerlerimizin kıymet-i harbiyelerini bilmeme, onların enginlik ve ifade ettikleri mânâları takdir edememeden başka bir şey değildir.”
Sahip olduğu değerlerin semavî ve ilâhî olduğuna inanan bir insanın her şeyden evvel, onlardaki enginlik ve zenginliği peşinen kabul etmesi ve ihtiyaçları karşılamada da yeterli olduğuna inanması gerekir. Bu değerler, Kitap ve Sünnet ve bunlara bağlı olarak hareket eden içtihat müessesesi sayesinde, her zamanın ihtiyacına cevap verebilecek bir yapıya sahiptir.
O semavi kaynağa bu imanla ve güvenle müracaat edildiği zaman insanlar aradıklarını bulabilmişler, ama başvurulmadığında ise bin türlü problemlerin altında perişan hale gelmişlerdir.
Aynı Kırık Testi'de, insanların çocukluklarından itibaren duydukları meselelerde ülfet ve ünsiyet içerisine düşmelerinden kaynaklanan orijinallik peşinde koşma da değişim fantezisinin bir diğer sebebi olarak ifade edilmektedir:
“Günümüzün bilhassa şiir sahasındaki edebî metinleri için de benzer mülâhazaları ifade edebiliriz. Yani iğlak ve iphamda (anlaşılması zor ve belirsiz şeylerde) keramet arama, karşı tarafı düşündürme lüksüne girmek için farklı kelimeler kullanma enaniyet kaynaklı böyle bir farklılık ortaya koyma mülâhazasının neticesidir. Öyle anlaşılıyor ki, bu şahıslar, düzlüğü, ayakların yerde olmasını kendileri için yeterli görmüyorlar; görmüyor da imkânları olsa uçma teşebbüsünde bulunuyor veya öyle görünmeye çalışıyorlar. Hâlbuki tabiîliğin kendine mahsus öyle bir okşayıcılığı, sıcaklık ve kucaklayıcılığı vardır ki, hiçbir lüks ve fantezi arayışında mezkûr dinamiklerin tesir gücünü bulmak mümkün değildir.”
Geçmişten devralınan milli ve manevi değerler artık toplumda gerçek anlamda yaşanıp temsil edilmediklerinden, bunların sadece edebiyatı yapılır hale geldiklerinden dolayı, bunlardaki güzellikler, maddi ve manevi ihtiyaçlara cevap verebilme ve dertlere derman olabilme potansiyelleri ve diğer vadettikleri hususlar bilinip anlaşılamamakta, meydana gelen ülfet ve ünsiyetlerin etkisiyle canlılıklarını yitiren bu değerler, bireyler için hiç bir şey ifade etmemektedirler.
Bu yüzden de günümüz insanı her şeyden daha çok muhtaç olduğu bu hayat kaynağından mahrum olarak, derdine derman bulamayacağı vadilerde avare gezip durmaktadır.
KENDİMİZ OLMAK
Maalesef, genel manada, Müslümanlar bu şeytani çağda ayakta kalabilmeleri için en çok muhtaç oldukları değerlerini ve dinamiklerini bilmemektedirler ve dolayısıyla bunlardan yeterince istifade edememektedirler.
Hocaefendi bu dinamikleri iki grup altında yazılarında ve sohbetlerinde ele almaktadırlar; Birincisi: Edille-i şer’iyye-i asliye olarak ifade edilen Kitap, Sünnet, İcmâ-i Ümmet, Kıyas ve İctihad
İkincisi: Edille-i şer’iyye-i asliyeye ve dinin ruhuna uygun olan ve edille-i şer’iyye-i tâliye” denilen anane, gelenek, örf ve âdetler
Yitiklerimiz, Arayış Ve Diriliş başlıklı Bamteli’nde bu dinamikleri şöyle özetlenmektedirler:
“Milletçe bize kazandırılan şeyler; geleneklerimiz, göreneklerimiz, ananelerimiz… “Edille-i şer’iyye-i asliye”nin, Kitap, Sünnet, İcmâ-i Ümmet, Kıyas, İctihad’ın yanında, “edille-i şer’iyye-i tâliye” diyebileceğimiz anane, gelenek, örf ve âdetlerden süzülerek, onlar ile elenerek, dinin ruhuna uygun hale getirildikten sonra tabiatımızın bir derinliği haline gelmiş güzellikler manzumesi. Yitirilmiş şeylerden birisi de o. Başkalarını taklit etme; esasen değersiz, kıymet-i harbiyesi olmayan insanların arkasına takılıp sürüklenme… Kendimiz olma duygusunu yitirmişiz, belli bir dönemden sonra.”
“Cebr-I Lütfî Ve Hasanî Ruh” başlıklı Bamteli’nde, Hizmet insanlarının bütün dünyaya dağılmak zorunda kalmalarının önemli bir hikmetinin bu dinamiklerin tebliği olduğuna dikkat çekilmektedir:
“Biz de kendimize ve hadiselere bakarken, bu mülahazayı esas almalıyız. Acaba imana, Kur’an’a, millî mefkûremize, geleneklerimize ve an’anelerimize hizmet ettirmek için mi sizi dünyanın dört bir yanına saçıyor?!. Evet, daha şümullü bir ifade ile, “edille-i şer’iyye-yi asliye” ve “edille-i şer’iyye-i tâliye”yi insanlığa duyurma, milletimizde olan güzellikleri, güzelce yaşadığı dönemlerden tevârüs ettiğimiz şeyleri cihana duyurma, onlar için müşteri arama maksadıyla, Allah (celle celâluhu) cebrî olarak dünyanın dört bir yanına sizi saçıyor.”
Bu süreç boyunca hicret edilen toplumların ürettikleri güzellikleri almanın yanında, bu sahip olduğumuz güzellikler manzumesinin yaşanarak temsil edilmesine ve tanıtılmasına bütün dünyanın ihtiyacı bulunmaktadır.
Tabi ki, her şeyden evvel, bu değerleri temsil ve tebliğ edeceklerin bu konudaki bilgisizliği izale edilerek bu değerlerinin farkına varmaları ve bunun için de başta temel kaynaklar olmak üzere doğru kaynaklardan ve mürşidlerden istifade etmeleri ve böylece, bütüncül, mahrûtî bir ufka ulaşmaları zarureti vardır.