Kur'ân'ın kulladığı edep dili
Prof. Dr. MUHİTTİN AKGÜL | Samanyoluhaber
Edep ve edebiyat arasında sıkı bir ilişki vardır. Aynı kökten gelen bu kelimeler, edebiyatın ancak edep çerçevesinde olması gerektiğine de dolaylı olarak işaret eder. Bediüzzaman Hazretleri edebiyatı, her türlü yazarlığa tahmil etmiş, gazeteciliği de bu kapsamda değerlendirmiş ve şöyle demiştir: “Ey gazeteciler! Edipler edepli olmalı; hem de edeb-i İslâmiye ile müteeddib olmalı”.
Merhum Akif ise: “Edepsizliğin başladığı yerde edebiyat biter!” ifadesiyle, edepten uzak yazıların, edebiyat çerçevesinde değerlendirilemeyeceğine işaret eder.
Üzülerek ifade etmeliyim ki, insanlık tarihinin her döneminde, kötü niyetli kimseler, insanların ve özellikle gençlerin eğilim ve duygularını aracı kılarak, nefsi ve bedeni arzularına hitap ederek, onları özellikle bohemce yaşamaya sevkeden roman, tiyatro, sinema, televizyon dizileri ve sosyal medya gibi vasıtalarla, en mahrem konuları, çok açık ve bayağı tasvirlerle ele alıp, adeta bulundukları ortamlara zehir saçmışlardır. Bununla okuyucunun zihnini bulandırır, şehevi duygularını ve iştahını kabartır, hevâ ve hevesini canlandırır; neticede akıl ve hisleri, söz dinlemez bir hale getirirler. Zira bâtılı tasvir ederek sâfi zihinleri bulandırmak, edebiyat adı altında edepsizlik yapmak demektir.
Bir ahlak ve edep kitabı olan Yüce Beyan, insanlara sunduğu konular ve içerikleriyle, benzersiz ve vazgeçilmez bir rehber konumundadır. Her şeyden önce Kur’an, bir beyandır. “Sonsuz”un, sınırsız ilmiyle, sınırlı olana yani insanoğluna kitabi hitabıdır. Bu hitapta, muhatabın algı dünyası, akıl seviyesi, kavrayış kapasitesi ve zihni bulanmadan kelamdaki manayı anlaması esas alınmıştır. Bu İlahi hitap, akıl ve idrakin anlayıp kavrayacağı bir üsluba indirgenerek yani tenezzül dalga boyunda gelmiştir. İnsanlığa, ilmiyle yol gösterirken, en mahrem konuları, muhatabın zihnini bulandırmadan nezaket ve nezahetle ele almış, bizlere de mahremiyet ve edep eğitimi vermiştir.
Kur’ân, hayatın bütün alanlarını kuşatır. En küçük şahsi meseleden, global problemlere varıncaya kadar pek çok konuya en etkileyici ve veciz bir üslupla değinir ve bu üslubu ile bu meselelere nasıl yaklaşılması gerektiğini bizlere öğretir. Kur’an, hem kalbe hem de akla, hem metafizik hem de fiziki dünyamıza yol gösterir. İnsanların dertlerini, muhtemel sıkıntılarını ve meselelerini, his ve fikrimizi dağınıklığa sürüklemeden çözüme kavuşturur. Kur’an, gerek mecaz, gerek kinaye ile esmanın sınırsız yansımalarından ibaret bu hayatı, anlayabileceğimiz sınırlar içinde tarif ederek, algılamamıza yardımcı olur. En mahrem, ama hayatımızın ayrılmaz bir parçası olan konuları, eşsiz edebi bir üslupla anlatır. En girift ve soyut gerçekleri, fiziki dünyamızdaki nesnelere teşbihle ifade eder ve böylelikle onları zihin dünyamızda, bizlerin anlayabileceği bir dile indirgeyerek, belirgin bir hale getirir.
Kur’an’nın ele aldığı ve çeşitli kinaye ve mecazlarla zihinlere yerleştirdiği konulardan birisi de eşler arasındaki mahremiyet konusudur. Açıktan söylenmesi edebe mugayir şeyleri, farklı kelimelerle söyler ki bu, edebiyatta üstü kapalı ifade etme sanatı yani kinaye olarak tanımlanır. Kur’an, kinaye vasıtasıyla, çirkin sayılan veya edebe aykırı olmakla beraber söylenilmesi de gerekli olan şeylerin, insanın derinlerinde dercedilmiş latifelerine zarar vermeden ama en mahrem şeyleri de üstünü örtmeyip konuşmayı sağlayacak bir üslupla beyan eder. Kur’an’da karı-koca arasındaki en mahrem meselelerin ele alınış tarzı, buna bir örnek teşkil eder.
Kur’an, bu mahrem ilişkiyi takdim ederken, kalplerde nefsani bir takım duyguları tetikleyecek, safi zihinleri bulandıracak ve hayalleri kirletecek bir üslubu kullanmaz. Tabiri caiz ise kelimelere elbiseler giydirerek en mahrem konuları, en latif şekli ve en narin ve seçme kelimelerle takdim eder. Böylece kendisini takip edenlere sadece konuşma edebi değil, eşler arasındaki bu edebin, nasıl bir zerafet içinde gündelik hayata geçebileceğini de öğretir. Diğer bir deyişle, kelimeden ifadeler, insanlar arası iletişimi en saygılı dolayısıyla en verimli halini anlatır ve onu anlayana ve hayatına uygulama isteği olanlara, kelimelerden gerçek birer huzur hayatı modeli sunar. Bu yüzden o, kelimelerden bir kitap olarak raflarda kalmaya mahkum sıradan bir kelam değil, hayatı ilmek ilmek dokuyan bir ilim ve pratik hayat kaynağıdır.
Eşler arasındaki mahremiyetten kinaye olarak kullanılan bu kelimelerden bazıları, teğaşşa, refes, libas, mübaşeret, kurb, mess, lems, dühûl, hars, istimta’, zâka ve efda kelimeleridir.
Bu örnekler, Kur’ân’da aile mahremiyetiyle ilgilidir. Yakından incelendiğinde de görüleceği üzere bu örneklerde Yüce Allah (c.c.), bir yandan en mahrem konuları üstü kapalı görünse de en ince detaylarına kadar ve bu arada bizlere de edep sınırlarının öğrenmeye ve konuşmaya mani olmadığını göstererek beyan buyurur. Seçilen kelimeler ise bir yandan konunun insani çerçevesini bizlere öğretmiş, bir yandan da bu çerçevenin içini doldurmuş ve eşler arasındaki merhamet eksenli sevginin ve paylaşımın temellerini izah etmiştir. Kur’an, insanları en mahrem konularında da insanilik çerçevesine yani edebe davet ederek bizlere ‘büyük insanlık olan İslamiyet’i takdim eder. Kur’an’da edep, mahremiyeti insanilik çerçevesinde değerlendirmektir. Edebi ifadelerin edebinde takdim edilen mahremiyet, aslında bizlere bir edep dersi vermektedir. Bu hali ile Kur’an’da edep, insanın manevi ve sonsuza bakan yanı nazarından, ondaki potansiyel hayvaniliği nasıl insanileştireceğini gösteren bir ders sunmaktadır. Bu edebin elbisesi ise kelime seçimi, edebi ifade çeşitliliği, kısaca edebiyattır.
Kur’ân-ı Kerim, kendisine inananları ideal insan olma ufkuna taşır. Böyle bir taşıma ve yönlendirme işini de, sadece kuru emir ve yasaklardan ibaret tepeden inme bir takım kurallar koyarak yapmaz. Aksine üslubuyla, seçtiği kelimelerle, tarihi olayları ele alışıyla, emir ve yasaklardaki mantıkiliği ile ve meseleleri takdim ederken seçtiği eşsiz kelimelerle yapar. Bu, Kur’an’ın hem üslubu olup, hem de bize öğrettiği bir edeptir. Eşler arasındaki ilişki ve iletişimi ifade ederken kullandığı kinayeden teşbihe edebi yaklaşımdan tutun, seçtiği kelimelere varana dek, bizlere sadece edebiyat örneği ifadeler sunmaz. Aynı zamanda edep çerçevesinde yaşanan bir hayatın, insanı hem insanlığın zirvesine nasıl çıkaracağının yolunu gösterir, hem de dünyada Cennetten bir yuva olan evlerin iç halini tasvir eder.
Kur’ân, eşlerin mahrem ilişkilerini ifade ederken, kullandığı kelimelerle de onların içten, samimi, düzenli ve sevgi dolu bir hayat geçirmelerinin işaretlerini verir. Bir taraftan en mahrem konuları, batılı tasvir etmeksizin ve edep sınırlarını aşmaksızın vurgularken, diğer taraftan da tâbilerine, insani ilişkilerinde, kültürel faaliyetlerinde ve hayatın her alanında edebin kurallarını göstermiş olur.
Kur’ân, ailevi mahremiyeti ele alırken, konunun geçtiği bağlama göre farklı kelime ve kavramlar kullanır. Kullandığı her bir kavram, ele alınan konuyla son derece yakından ilişkili olup, dışa yansıyan yönünün yanında meselenin içyapısına da işaret etmiş olur. Aynı zamanda edebi bir metin olan Yüce Beyan, bu üslubuyla, özellikle de şiir ve edebiyatla uğraşan kimselere, ortaya koydukları ürünlerde, mahrem konuların nasıl ele alınması konusunda da bir yol göstermiş olur.
Şunu da belirtmek gerekir ki, özellikle ifadeleri ve ağzı bozuk insanların ağzından çıkan bozuk kelimelerin, karbondioksit gibi insanın ses tellerinden başlayarak nefes borusu, boğaz, ağız, dudak gibi fiziki yapısını bozduğu gibi maneviyatını ve hâlet-i ruhiyesini de bozmaktadır. “Kelime-i tayyibe” (temiz ve nezih kelimeler), fanus gibi insanın etrafında manevi bir muhafaza duvarı oluştururken, “kelime-i seyyie” (çirkin ve bozuk kelimeler) de durmadan manevi delikler açarak, insanı maddi manevi her türlü tehlikeye açık ve savunmasız bir hale getirmektedir.
Son olarak birkaç gün önce bir ilahiyatçı’nın Kur’ân’ın diliyle ilgili oldukça talihsiz açıklamasına da kısaca işaret etmek isterim. Kur’ân'da “ZENÎM” şeklide geçen kelime, “ahlaksız, kötü, içinde bulunduğu kabileye ait olmayan, kötülükle damgalanmış, şerle maruf, çok kaba, kötülükleri utanmadan açıktan işleyen” gibi anlamlara gelmektedir. Bunun yanında aynı kelime, babası belli olmayan kimseler için de kullanılmaktadır. Söz konusu ilahiyatçının, diğer bütün anlamları ıskalayarak son anlamı seçmesi, bunu da oldukça argo ve kaba bir Türkçe ile tercüme edip kullanması ve bunun üzerinden Kur’ân’ın haşa Allah kelamı olamayacağını belirtmesi, bir mü’min için söylenecek ve kabul edilebilecek bir söz değildir. Zira başta Kur’ân’ın nazil olduğu, edebiyat ve şiirin zirvede bulunduğu dönemdeki en azılı Kur’ân düşmanları ve günümüze kadar gelen nice Müslüman-gayr-ı müslim dil üstadları bile, böylesine bir iddiada bulunamamışlardı.