M. ERTUĞRUL İNCEKUL- SAMANYOLUHABER.COM
Hadiseleri yorumlamak, felsefesini yapmak yetmiyor ! nasıl değiştirebilirim? yön verebilirim ? diye sancı çekmek, çözüm yolları bulmak gerekiyor.
Cizre’nin Xirabreşk köyünde 1993 yılında aynı aileden aralarında 8 günlük bebeğin de bulunduğu 6 kişi kurşuna dizildi. Eşi ve çocuklarını yitiren 80 yaşındaki Davut Elgün, tanıkların ifadelerine rağmen katliamın üzerinin örtüldüğünü belirterek, ‘Kimi kime şikayet edeyim’ dedi
Şırnak ve ilçelerinde 1990’lı yıllarda birçok katliam gerçekleştirildi. Bu katliamlar bazen ıssız bir sokakta bazen bir tarlada bazen herkesin gözü önünde yakılan, ağır silahlarla taranan evlerde yapıldı. Failleri halen bulunamadı.
Cevheri Güven, “Biricik Değiliz” yazısında; köylerde yaşayan Kürtlerin tek varlıkları, başlarını soktukları evleri, tarlaları ve hayvanlarıydı. Evler boşaltılıp yakıldı, tarlalara 10 yıl 15 yıl gidemediler. Bu da bir çeşit mala el koyma değil midir? Üstelik yüzlerce köyden bahsediyorum. 90’larda öylesine hız aldı ki bu süreç, Diyarbakır’ın nüfusu kısa sürede 1 milyon arttı, diyor.
Hobbes’un Leviathan’ı yani canavar devleti kendi evlatlarını yemeye devam ediyor. Azınlıkları veya Hizmet gibi güçlü çoğunlukları, Türkiye gibi demokrasinin hala gelişemediği ülkeler karşısında tehdit gördüğünde tenkile, kökten kazımaya devam ediyorlar.
Demokrasi birey için vardır, ama kutsal devletçi ülkelerde bireylerin bir kıymeti yoktur, devlet için rahatlıkla feda edilebilirler. Vatan sağolsun anlayışı yerine vatandaş sağolsun, daha huzurlu ve müreffeh yaşasını yeğlerim.
Acılar, mağduriyetler, ölüler yarıştırılmazlar. Her insan bir alem ve değerdir. Önce insanız sonra Müslüman veya başka din mensubuyuz. Acılarımız bir üstünlük sebebi de değildir. Çok acı çeken çok erdemli olacak diye bir kaide de yok.
80 li yıllarda hapishanelerde işkence gören, acılar çeken o dönemin çilekeşlerinin çoğunluğu, yaşadıkları acılar sorulunca ketmederler, konuşmak istemezler. 12 Eylül yönetiminin Kürtlere yönelik uygulamalarını ve meşhur Diyarbakır Cezaevi'nde yapılan tüm işkenceleri yaşayan yazar Orhan Miroğlu veya Aydın Engin gibi , ya da rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu gibi birçok isim yaşadıkları acı günleri hafifletmek için ya alaya alırlar ya da sır gibi saklarlar. Acılarını bu millet hep içine gömmüştür ve aradığı adaletin özlemiyle yaşamıştır.
“Ama ben bu kadar acıyı sen de başkalarına benzeyesin diye çekmedim... " der merhum Cemil Meriç.
Meriç’e düşen Nurefşan’da , Mahir Mete Kul’da bir acımızdır, ortak kaybımızdır. Davut Elgün kaybettiği ailesi için hala adalet arıyorsa, babası kayıp olan Hüseyin Galip Küçüközyiğit’in kızı Nursena’nın çırpınışlarından, yana yakıla “babam nerede?” demesinden farkı yoktur.
Yine başka bir acı kaybımız Hrant Dink, Türkiye demokratikleşirse , ülkedeki herkes tarihsel ve güncel meselelerini daha kolay çözebilir, derdi.
Kendi ile yüzleşemeyen, tarihi ile yüzleşemeyen gerek fertler, gerek devletler zamanla tarihin paletleri altında ezilmeye ve yok olup gitmeye mahkumdurlar. Baskılarla sadece ikiyüzlü, ahlakilikten uzak, düşünmeyen ve üretmeyen bireyler üretirsiniz ve gün gelir ürettiğiniz sistem sizi de yutar.
Demokrasiden insanlığın dönüşünün olmadığı günlere doğru hızla ilerdiğimiz şu zaman diliminde, Hegel’e sorulan bir soru ile noktalı virgül koyalım;
insanlık nereye gidiyor?
“Özgürleşeceği bir dünyaya doğru akıyor.”
Görüş ve önerileriniz için