İslam sanatında kalbi hayat
ABDULLAH AYMAZ | Samanyoluhaber
Arkadaşlarımız eğitim gönüllüleri olarak Kenya’ya ilk gittikleri zaman başşehir Nairobi’de bir Cuma günü camide bir zat ile karşılaşıyorlar. Bilge bir kişiliğe sahip olduğunu anladıkları bu zâta, M. Fethullah Gülen Hocaefendinin “Kalbin Zümrüt Tepeleri” isimli kitabının İngilizce tercümesini hediye ediyorlar. İki hafta sonra tekrar o camiye uğrayınca o zatla karşılaşıyorlar. Bizimkilere, “Sizler nereye kayboldunuz? Geçen hafta sizi burada aradım bulamadım? Verdiğiniz kitabı dikkatlice okudum. Yaşamayan bu kitabı yazamaz!.. Bu zât kim ve şimdi nerede?” diyor.
Faruk Mercan Bey, M. Fethullah Gülen (Allah Yolunda Bir Ömür) isimli kitabında: “Varlığı tam kavrayabilmek için, hem TASAVVUFÎ düşünceyi hem İLMÎ ARAŞTIRMAYI beraber götürmek gerektiğini ifade eden Hocaefendi, “Kalbin Zümrüt Tepeleri” serisinde Kelâm ilmine ait konularla Tasavvufu içiçe işliyor. Böylelikle kalb ve ruh hayatının İslâmın inanç esasları üzerinde yapılanması gerektiğini vurguluyor. Hocaefendiye göre TASAVVUF ile İSLÂM SANATI arasında da çok önemli bir ilişki vardır. İslâm Sanatı, kalb ve ruh seviyesinde bir hayat yaşamakla mümkün olur. Esas itibariyle insan, işlediği amelleriyle Cenneti oluşturur. Cennet ve Cehennem insanların amelleri ile inkişaf eder. Amelî iman, gerçek imanın tabiatın bir parçası haline getirmesidir. İRFAN bilginin insan tabiatının derinliği haline gelmesi demektir. İlim, bir argümandır, temeldir. Asıl olan irfandır, marifettir, marifetullah’tır. İrfan, ilimden sonra gelir. Müslümanların kalb ve ruhun yörüngesinde seyahate ihtiyaçları vardır ve bu seyahat ancak bu irfanla mümkündür. Marifet teorik bilgiyle değil, ibadette derinleşmeyle olur, marifetle desteklenmeyen amel durur. Bu günkü Müslümanlar, üç asırlık bir boşluğun çocuklarıdırlar. KALB ve RUH TOPLUMU oluşturmadan bir İslam âbidesi ikâme edilemez (dikilemez). İslamın ilk döneminin insanları (sahabeler, tâbiinler…) TEBLİĞ’de TEMSİL’in gücünü arkalarına alıyorlardı değişik yerlere gittiklerinde onların dili yoktu, fakat insanlar, onları diyorlardı.”
Proje yarışmalarına katılacak öğrencilere, riyazat yapmaları tavsiye edilmişti. Çünkü, Itrî, Dede Efendi ve Şeyh Gâlib gibi dâhilerin klasikleşen eserlerinin derin gücünün, onların bir tasavvuf büyüğü olarak riyazatlı ve hassas İslamî yaşayışla ilgili olduğu, mesele Cennetin kapıların gıcırtılarını hissedip o güzel nağmeleri notalara dökmüş olmaları ifade edildi ki, böylece o ölümsüz eserler meydana gelmiş oluyordu…
M. Fethullah Gülen Hocaefendi diyor ki: “Kendim ve kardeşlerim adına, ‘Allah’ım, imân-ı kâmil, ubudiyet-i kâmile, marifet-i tâmme ver.’ diyorum… İnsan marifet adına hep BİLME GAYRETİ içinde olmalıdır. MARİFET AVCISI, her zaman Allah’a saygılıdır. Marifet peşindedir. Gayretinde süreklilik vardır. Sürekli kıvranma ve sürekli ‘Daha yok mu?’ deme önemlidir. Bunun davranışlara yansıması ile geceleri abid, gündüzleri zâhid olmalıdır. Evet insan, en büyüklerin, büyük peygamberlerin istediğini istiyorum, demelidir. Bazen 50 sene dua etmek icap eder… Ulûhiyeti, Rubûbiyeti, Kur’an’ı, Hadisi, Peygamberimizi doğru anlamak için Allah’a dua etmek… Bunlar önemli şeyler. Allah’tan herşeyi isterken bunları neden istemeyelim? Dualarımı İSTİKAMET istemekle taçlandıralım… Hem de kâmil mânâda istikamet… Efendimizin (S.A.S.) saçlarını bembeyaz hale getiren İSTİKAMET talebidir.
“İnsan-ı kâmil olmak için İRFAN lâzımdır. İrfan yitiği ve yetimi insanlarız… Arifin CAN GÖZLERİNDE NUR-U İRFAN olur. Ârif olmayan bilmeye dünya ve mâfîha (dünyanın içindekiler) nedir? Amelse derinlik, ihlasla ve rıza hedefli gözünü Allah’a arzu ve iştiyakla dikip yürümekle olur, Marifetle lebrîz (taşacak kadar dolmuş) edercesine… Fakat günümüz Müslümanları bir mânâda 4. Asırdan, bir mânâda İstanbul’un fethinden bu yana müsbet, fenlere kapalı, kalb ve ruh hayatı açısından kendilerini rölantiye almış… Allah ile gecele, Allah’ı hecele… İnsan namaz kılmaya alışmışsa ibadeti emir olarak değil, tabiatının bir gereği imiş gibi yapar hale gelir. 24 saat namaz kılsa, yine kâfi değil, deme ve hayatı ibadetle taçlandırma… (…) Gece, melekût âleminin kapılarının aralandığı semavî bir takım menfezlerin açıldığı ve ötelerin müşâhede edildiği bir zaman dilimidir. Hayatın asıl musikisi hep gecelerde bestelenir, gecelerde söylenir, gecelerde tonunu bulur.”
Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî Hazretlerinin dediği gibi, “Allah’ın evliyâ kullarının tuzağı olan o hayaller, Hüda bahçesindeki ay yüzlülerin cemâllerinin yansımasındandır.”
Musiki, mimarî ve edebiyatta meydana getirilecek şaheserler için bu tavsiyelere dikkat etmemiz gerekiyor.