ABDULLAH AYMAZ - SAMANYOLUHABER.COM
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Birinci Cihan Harbi sonrasında 1919’da Misalîler Âleminde, Âli bir Meclis huzurunda bazı sorulara cevap verirken, o büyük dünya savaşında insanların başına gelen musibetin, umumî beşer musibeti olduğunu esas meselenin nankörlük ve Allah’a karşı isyan olduğunu bir müşterek sebebin maddiyyunluk (materyalizm, inkar-ı ulûhiyet) olduğunu ifade ediyor. Bizim başımıza gelenlerin ise İslamî esaslardan namaz, oruç ve zekata karşı ihmalimizin bulunduğu ifade ediyor. Ama erkan-ı İslamiyetden olan Hac ile ilgili hiçbir şey söylemiyor. 1922’de yazdığı “Sünûhât” isimli eserinde bunun sebebini şöyle izah ediyor: “Rüyanın Zeyli: Rüya HAC’da sükût etti. Çünkü, haccın ve ondaki HİKMET’in ihmâli MUSİBETİ değil, GAZAP ve KAHRI celbetti. (Soru başa gelen musibetlerle ilgili olduğu için, Üstad Hazretleri orada sorunun dışına çıkmayıp sadece onların cevabını vermişti. Halbuki HACCIN bilhassa HAC’daki Evrensel Kongrenin ihmali, musibetin çok ötesinde olan İlahî GAZABI ve KAHRI celbetmişti. A. Aymaz) (Gazap ve Kahrı celbeden günahın) Cezası da, günahların keffareti değil (bilakis) kessâretü’z-zünub (günahları kat kat artırmak) oldu. Haccın bilhassa tanışma ile, fikir birliğini, yardımlaşma ile teşrik-i mesâiyi tazammun eden içindeki İslamın Yüce Siyasetinin ve geniş ictimaî faydaların ihmalidir ki, düşmana Milyonlarla Müslümanı, İslam aleyhinde kullanma zemini hazırlamıştır. (Maalesef hem batının hem doğunun sömürgecileri, emirleri altındaki sömürge Müslümanları “Halifeniz esaret altında onu kurtarmanız lâzım” diye kandırarak getirip Osmanlı ile savaştırmışlar. Ezanları duyunca aklı başına gelenler olmuş. Ayrıca Lawrens belası ile kandırılıp bize ihanet edenler olmuş. A.A.)
“İşte HİND, düşman zannederek, halbuki PEDERİNİ (Osmanlıyı) öldürmüş, başında oturmuş bağırıyor.
“İşte TATAR, KAFKAS, öldürülmesine yardım ettiği şahıs, biçare vâlideleri olduğunu “Ba’de harabi’l-Basra’ (Basra harap olduktan, yani iş işten geçtikten sonra) anlıyor. Ayak ucunda ağlıyorlar.
“İşte ARAP, yanlışlıkla kahraman kardeşini öldürüp hayretinden ağlamayı da bilmiyor.
“İşte AFRİKA, biraderini tanımayarak öldürdü, şimdi vâveyla (feryat) ediyor.
“İşte Âlem-i İslam, bayraktar oğlunun gafletle, bilmeyerek öldürülmesine yardım eden, vâlide gibi saçlarını çekip âh ve fizar ediyor.
“Milyonlarla ehl-i İslam, hayr-ı mahz (tamamen hayır) olan HAC SEFERİNE yolculuğa hazırlanmak yerine, şerr-i mahz (tamamen şer) olan düşman bayrağı altında dünyada uzun seyahatler ettirildi. Bütün bunlardan ibret alınız…”
“Allah, Kâbe’yi insanlar için (ona tutunup kalkındıkları) bir (mahall-i kıyam ve mesned-i) kıyam kaldı…” (Mâide Suresi, 5/97)
Bu âyetin, müminlerin morallerini, kuvve-i mânebiyelerini takviye açısından önemi hakkında M. Fethullah Gülen Hocaefendi şu tesbitlerde bulunuyor:
“KÂBE teker teker her müminin kuvve-i mâneviyesini takviye açısından da bir KIYAM ve DESTEK’tir. Zira KÂBE’ye yönelen her mümin, içinden geçen bazı şüphe ve tereddütlere karşı, milyonlarca insanın –ki bunların arkasında yüzbinlerce EVLİYA, ASFİYA ve KALB GÖZÜ AÇILMIŞ İNSAN da vardır. KÂBE’ye yönelmesini önemli bir hüccet olarak görür ve itminana ulaşır. Hatta insan, KÂBE’nin de taştan topraktan bir bina olduğu ve hiçbir kudsiyetinin bulunmadığı yolunda kalbine sürekli şüpheler atmak isteyen nefis ve şeytanı da bununla susturabilir. Evet, KÂBE’nin mâhiyetinde böyle kudsî bir câzibe olmasaydı, YÜZBİNLERCE DEHA çapında maneviyata açık insan, hiç ona bu denli yönelir ve alâka gösterir miydi? der ve bununla bir ölçüde imanını takviye eder.” (Kur’an’dan İdrake Yansıyanlar)
Kitleler psikolojisi açısından insanın yapısı üzerinde düşündüğümüzde ve Kur’an-ı Kerim’in “O (Allah), insanı bir alâktan yarattı.” (Alâk Suresi, 2) âyetini merhum Elmalılı Hamdi Yazır’ın yorumlaması açısından da ele aldığımızda, insan ruhânî ve mânevî alaka ve münasebetler yumağı bir varlık olarak karşımıza çıkar. Bilhassa bu yönünün de tatmin esilmesi gerekmektedir. Zaten cemaatle kılınan NAMAZLARIN sevabının kat kat olması, Cuma ve BAYRAM namazlarına mutlaka CEMAATLE kılınması, işte insanlığın bu yönü ile alâkadardır. Yani aynı yere yönelen, aynı şekilde saf tutan milyonlarca insan benim iman ettiğim hakikatlere iman ediyor, benim gibi ibadet ediyor. Ben inanç ve anlayışımda yalnız değilim. Benim imanını takviye eden bu kadar deliller var.” düşüncesi namaz ibadetinin rükunlarında ve zikirlerinde, bütün benliğini sardığı gibi HAC İBADETİNDE ise daha canlı ve daha renkli biçimde benliğini kucaklar. Evet HAC münasebetiyle dünyanın dört bucağından gelmiş, ayrı ayrı dilleri konuşan, ayrı ayrı renk ve ırktan, komutanından erine, devlet başkanından halkına varıncaya kadar aynı inancı paylaşan binlerce insan bembeyaz ihramlar içinde aynı ZİKRİ beraber yapıyor. KÂBE karşısında, hepsi de aynı HUŞÛ ve HUZUR içerisinde yek vücud halinde bulunması, bütün bunları temaşa eden HACININ, bu çeşit hissiyatını iliklerine kadar tatmin ve takviye eder. Böylece onun imânı, sadece kendisinin bildiği ve bulduğu delillere münhasır kalmaz, HACCA gidenlerin yani orada bulunanların sayısınca sanki kuvvet kazanıp pekleşmiş olur. İşte insanlığın bu yönünü keşfedenler, kitle hâlet-i rûhiyesinden istifade etmek için beş-on kişi bile olsalar, kendi anlayışlarına karşı bağlılıklarını artırmak ve kuvvetlendirmek için miting ve gösteri düzenliyor, anlayışlarını perçinlemek istiyorlar.